Yerel sınırlarını zorlayarak globalleşme süreci içerisinde ilerleyen hemen her devlet, kendi vatandaşlarına ve hatta tüm dünyaya, yayılış misyonunu açıklarken, niyetinin ‘emperyalizm ya da diğer ülkeler üzerinde kontrol sağlanılması değil ama hâkimiyet altına alınılmış yeni toprakların özgürleştirilmesi ile yerli halkın kalkındırılması olduğunu’ öne sürmektedir.
Söz konusu öneriyi ustalıkla kullanmayı ilke edinmiş Amerika mesela, işin içerisine ‘küresel alanda barış sağlama’ felsefesini de katarak DÜNYANIN EN BÜYÜK ASKERİ ÜSSÜ: USAG Humphreys’i 2020 yılında tamamlamak üzere faaliyet bile göstermektedir.
Hatta uluslararası güvenlik dengelerini kararlılıkla değiştirmeyi amaçlayan USAG Humphreys, Güney Kore'de -Seul'ün hemen 40 mil güneyindeki Pyeongtaek’te- zaten mevcut askeri yapılanmaya ilave olarak gerçekleştirilen bir çalışmadır. Tamamlandığında, 42.000 ABD askeri personeline ev sahipliği yapacak kampın 14.31778 km karelik (yani 3,538 acres) yayılma alanıyla, ABD askeri tarihindeki en büyük inşaat projelerinden biri, dolayısıyla da dünyanın en büyük denizaşırı ABD askeri kuruluşu olacağı kabul edilmektedir. (Günümüz itibarıyla, ABD askeri birliği, Güney Kore'de yaklaşık 28.500 kişilik bir mekâna zaten sahip bulunmaktadır).
Sınırları çerçevesinde, modern bir Amerikan şehrinde mevcut sayılır tüm imkânları barındıracak üs, ABD-Güney Kore savunma anlaşması uyarınca ‘özel bir anlaşma’ olarak değerlendirilmektedir. Bu arada maliyeti ortalama $11 Milyar Dolar’a rastlayan hâlihazırdaki yapılanma çalışmalarının masraf çoğunluğu ise Güney Kore tarafından karşılanmaktadır. G.Kore yerlileri bakış açısıyla hoşnutsuz protestolarla kınanmış kararın ‘ülkedeki önde gelen inşaat firmalarından başlayarak, devletin yüksek kademelerine varan büyük bir rüşvet zincirlemesini izleyerek alındığı’ ısrarla iddia edilmektedir.
Trump ve havarilerinin malum sebepleri…
Hatırlanacağı üzere, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump ve Kuzey Kore diktatörü Kim Jong Un arasındaki ateşli tartışmalar; ABD askeri kuvvetlerinin Güney Kore'deki varlığını da odak noktası haline getirmiştir. Kuzey Kore’nin dik başlılıkla ilerleyen uluslararası politikalarının, özellikle Kim Jong Un tarafından en nefret edilen Amerika’yı (ve her hâlükârda ABD ile bağdaştırılan İsrail’i) hedeflemesi; ciddi güvenlik önlemleri alınması hususunda hemen, Trump yönetimini harekete geçirmiştir.
Üstüne üstlük Rusya ile Çin’in, faaliyet kapsama alanlarını genişleterek, başta ‘ekonomik yatırımlar ile çeşitli Ortadoğu Uzakdoğu güvenlik yatırımı programlarını’ büyük bir hırs ve başarıyla ilerletmesi, yine Washington iktidarı için, ihtiyatla değerlendirilmesi gerekecek diğer bir hamle ivmesini yaratmıştır.
Aynı zamanda, hiç kimseye taviz vermeksizin ilerleyen Türkiye ise, NATO içerisinde (ABD’yi müteakiben) hâlihazırdaki kuvvetiyle, ikinci en büyük askeri güç olarak kabul edilmektedir. Ve bu bilinçle Trump yönetimi, sağa sola boyun eğmez TC’ne karşı da daha hesaplı davranmaya doğru sürüklenmektedir.
Hemen yanı baştaysa, İsrail karşıtlığı tutumuyla yola çıkarak ve kendi politikalarını uygulama niyetiyle de Ortadoğu dengesini bozma yoluna koyulmuş İran’ın; Irak’ın Mahdi’si ile Kürt yapılanmalarının; Lübnanlı Hizbullah’ın; Suriyeli Assad iktidarının ve ülkedeki çeşitli terör gruplarının; Filistinli Hamas’ın; Afganistan’da (Al-Qaeda,Taliban,ISIS başta) yeniden merkezîleşme süreci içerisine girmiş terör yapılanmalarının; şimdilik pusuya yatmış, bölgesel çalkantılar fırsatı kollayan ISIS ağının; Kuzey Afrika başta olmak üzere Horn of Africa ile Sahel bölgesi ülkelerindeki sosyo-ekonomik-politik-güvenlik içerikli çalkantılarının hırçın hareketlenmesi, Trump ve ekibini uykusuz kılmaya yetmektedir.
Hele Pakistan’ın, Afganistan ve Hindistan ile süregelen ilişkilerini pozitif yönde şekillendirmesi; Çin’in Pakistan ve Afganistan yakınlığı üzerindeki arabuluculuğu –ve hemen ardından da taraflar arasındaki uyumun sağlanılmasıyla: Afganistan’ın, Çin-Pakistan ekonomik koridoruna dâhil edilmesi); Çin-Afganistan dostluğuna dayanılarak, Afganistan’ın Badakhshan bölgesinde, Çin finansmanı sağlanılarak yepyeni bir Afgan askeri üssü kuruluşunun planlanması; Japonya ve Güney Kore ile Kuzey Kore’yi diplomatik dostluk çemberine dâhil etme faaliyetlerini başarıyla sürdüren Çin’in finans ve lojistik bakımdan, dünyanın en yoğun ticaret rotasını meydana getirişi… Tabi ki batının radar süzgecinden sıyrılmayacaktır.
Suudi Arabistan (ki şimdilik, malum Amerikacı ülke, her yıl takriben ayırdığı $88Milyar Dolarlık bütçesiyle, Ortadoğu’daki askeri savunma alanında en büyük finans fonuna sahiptir), Pakistan ve İran arasındaki derinleşmiş bölgesel rekabete, Körfez İşbirliği Konseyi (Gulf Cooperation Council-GCC) içerisinde devam eden ‘üstünlük kurma egosu’ anlaşmazlığının da eklenmesi, yakın dönemde bölge istikrarı üzerinde büyük bir etki yaratılacağı sinyallerini yaymaktadır. Bu arada dikkatlerden kaçırılmaması gereken, Pakistan Silahlı Kuvvetleri halen, dünyanın 6. halihazırda bulunan gücü ve 1,5 milyondan fazla sayılı askeri personele varan, Müslümanlık birlikleri içerisindeki konumuyla, nükleer silaha sahip tek IMAFT* üyesi olarak kabul edilmektedir.
Diğer mühim husus itibarıyla, 2015 yılında İslam ülkeleri tarafından oluşturulmuş 'Muslim NATO' tanımlamasıyla da ifade edilen *Islamic Military Alliance to Fight Terrorism (IMAFT) mevcudiyetinin hâkimiyet alanı genişliğidir. Bahsi edilen yapılanma, doğuda faaliyet göstermeyi amaçlayan tüm batı ülkelerinin menfaatlerini zedeleyebilir bir kuvvet ağını temsil etmektedir. Halk arasında ‘İslam ordusu’ sıfatıyla da bilinen ve günümüzde -şimdilik- 41 üye ülkenin meydana getirdiği IMAFT’ın amacı, bölgedeki aşırılık ve terörizm ile Afrika'nın Boynuzu’yla (Horn of Africa) mücadele etmektir. Fakat ABD dostu Suudi monarşisi ve zengin Körfez emirlikleri tarafından ağırlıkla finanse edilen yapılanma, ‘terörle mücadele’ ittifakı olarak görülmesine rağmen, Amerika’yı bölge kontrolünü ‘kesinlikle’ elden bırakmama doğrultusuna yöneltmiştir.
Project Status Quo…
Dönemin vaziyeti itibarıyla, 2020 yılında full kapasiteyle hizmet vermesi amaçlanan Güney Kore’deki USAG Humphreys hariç; sıralamadaki en büyük ABD askeri üssü şimdilik Almanya’daki Ramstein merkezi sayılmaktadır.
Söz konusu tüm saptamaların yanında gözden kaçırılmayacak en değişmez gerçek, Amerika’nın uluslararası sahalarda askeri faaliyet gösteren en kapsamlı uygulayıcı konumunda bulunuşudur. Örneğin, kamuoyu bilgisine aktarılmış veriler uyarınca, ülke, kendi sınırları dışarısında faaliyet gösteren -isimlendirilmiş- 38 askeri merkeze sahiptir. Aktif vaziyette faaliyet gösteren mevcut yapılanmalar, en üstün avantajlarla donatılmış teknolojik ekipmanı; etkenlik alanı yüksek silah, araç ve savaş malzemelerini; kuruluş düzenleri dâhilinde yer alan yüksek sayıdaki ulusal muhafızları; yedek elemanlar ile sivil personelleri içermektedir.
Malum gidişata Washington gözlüğüyle bakıldığında, ortada hesaplı bir niyet yoktur aslında… Çünkü amaç ‘hedeflenmiş coğrafi konumlarda ortak güvenlik imkânlarının sağlanılması; pozisyonla alakalı tüm ülkelerin ortak ekonomik menfaatlerinin korunması; ABD silah satışları volümünün korunarak -mağdur durumdaki ülke menfaatleri için, silah arzında bulunan herkese hemen yardım edilmesi; bölgedeki petrol-doğalgaz kaynaklarının istikrar ile sürdürülebilirlik dengesinin muhafaza edilmesi; söz konusu alandaki farklı milliyet ve inançlar arası dengenin, barışçıl bir senkronize vaziyetiyle garantilenmesi; eğitim seviyesi ile yaşam standartları düşük oranlı yerel halkın ‘muasır medeniyetler seviyesine’ kavuşturulması; Arap-İsrail gerginliklerinin barışçıl bir hâkimiyet altında tutulması… gibi alışılagelmiş sebeplerle de karşımıza çıkabilmektedir.
Aksi halde, ödeme masrafları ev sahibi ülkeye tabi kılınarak kurulmuş ve rüşvet temelleri üzerinde yükselecek merkezlerin hiçbir art niyeti bulunmamaktadır. Tıpkı bizim Big Mc Donald’ın yaptığı gibi, işin içerisine global alanda başarılması öngörülmüş ‘kalkındırma’ projeleri katıldığında, ne emperyalizm kalır, ne de Veni-Vidi-Vici’lerin herhangi bir dile tercüme ediliş ihtiyacı. avazturk
Söz konusu öneriyi ustalıkla kullanmayı ilke edinmiş Amerika mesela, işin içerisine ‘küresel alanda barış sağlama’ felsefesini de katarak DÜNYANIN EN BÜYÜK ASKERİ ÜSSÜ: USAG Humphreys’i 2020 yılında tamamlamak üzere faaliyet bile göstermektedir.
Hatta uluslararası güvenlik dengelerini kararlılıkla değiştirmeyi amaçlayan USAG Humphreys, Güney Kore'de -Seul'ün hemen 40 mil güneyindeki Pyeongtaek’te- zaten mevcut askeri yapılanmaya ilave olarak gerçekleştirilen bir çalışmadır. Tamamlandığında, 42.000 ABD askeri personeline ev sahipliği yapacak kampın 14.31778 km karelik (yani 3,538 acres) yayılma alanıyla, ABD askeri tarihindeki en büyük inşaat projelerinden biri, dolayısıyla da dünyanın en büyük denizaşırı ABD askeri kuruluşu olacağı kabul edilmektedir. (Günümüz itibarıyla, ABD askeri birliği, Güney Kore'de yaklaşık 28.500 kişilik bir mekâna zaten sahip bulunmaktadır).
Sınırları çerçevesinde, modern bir Amerikan şehrinde mevcut sayılır tüm imkânları barındıracak üs, ABD-Güney Kore savunma anlaşması uyarınca ‘özel bir anlaşma’ olarak değerlendirilmektedir. Bu arada maliyeti ortalama $11 Milyar Dolar’a rastlayan hâlihazırdaki yapılanma çalışmalarının masraf çoğunluğu ise Güney Kore tarafından karşılanmaktadır. G.Kore yerlileri bakış açısıyla hoşnutsuz protestolarla kınanmış kararın ‘ülkedeki önde gelen inşaat firmalarından başlayarak, devletin yüksek kademelerine varan büyük bir rüşvet zincirlemesini izleyerek alındığı’ ısrarla iddia edilmektedir.
Trump ve havarilerinin malum sebepleri…
Hatırlanacağı üzere, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump ve Kuzey Kore diktatörü Kim Jong Un arasındaki ateşli tartışmalar; ABD askeri kuvvetlerinin Güney Kore'deki varlığını da odak noktası haline getirmiştir. Kuzey Kore’nin dik başlılıkla ilerleyen uluslararası politikalarının, özellikle Kim Jong Un tarafından en nefret edilen Amerika’yı (ve her hâlükârda ABD ile bağdaştırılan İsrail’i) hedeflemesi; ciddi güvenlik önlemleri alınması hususunda hemen, Trump yönetimini harekete geçirmiştir.
Üstüne üstlük Rusya ile Çin’in, faaliyet kapsama alanlarını genişleterek, başta ‘ekonomik yatırımlar ile çeşitli Ortadoğu Uzakdoğu güvenlik yatırımı programlarını’ büyük bir hırs ve başarıyla ilerletmesi, yine Washington iktidarı için, ihtiyatla değerlendirilmesi gerekecek diğer bir hamle ivmesini yaratmıştır.
Aynı zamanda, hiç kimseye taviz vermeksizin ilerleyen Türkiye ise, NATO içerisinde (ABD’yi müteakiben) hâlihazırdaki kuvvetiyle, ikinci en büyük askeri güç olarak kabul edilmektedir. Ve bu bilinçle Trump yönetimi, sağa sola boyun eğmez TC’ne karşı da daha hesaplı davranmaya doğru sürüklenmektedir.
Hemen yanı baştaysa, İsrail karşıtlığı tutumuyla yola çıkarak ve kendi politikalarını uygulama niyetiyle de Ortadoğu dengesini bozma yoluna koyulmuş İran’ın; Irak’ın Mahdi’si ile Kürt yapılanmalarının; Lübnanlı Hizbullah’ın; Suriyeli Assad iktidarının ve ülkedeki çeşitli terör gruplarının; Filistinli Hamas’ın; Afganistan’da (Al-Qaeda,Taliban,ISIS başta) yeniden merkezîleşme süreci içerisine girmiş terör yapılanmalarının; şimdilik pusuya yatmış, bölgesel çalkantılar fırsatı kollayan ISIS ağının; Kuzey Afrika başta olmak üzere Horn of Africa ile Sahel bölgesi ülkelerindeki sosyo-ekonomik-politik-güvenlik içerikli çalkantılarının hırçın hareketlenmesi, Trump ve ekibini uykusuz kılmaya yetmektedir.
Hele Pakistan’ın, Afganistan ve Hindistan ile süregelen ilişkilerini pozitif yönde şekillendirmesi; Çin’in Pakistan ve Afganistan yakınlığı üzerindeki arabuluculuğu –ve hemen ardından da taraflar arasındaki uyumun sağlanılmasıyla: Afganistan’ın, Çin-Pakistan ekonomik koridoruna dâhil edilmesi); Çin-Afganistan dostluğuna dayanılarak, Afganistan’ın Badakhshan bölgesinde, Çin finansmanı sağlanılarak yepyeni bir Afgan askeri üssü kuruluşunun planlanması; Japonya ve Güney Kore ile Kuzey Kore’yi diplomatik dostluk çemberine dâhil etme faaliyetlerini başarıyla sürdüren Çin’in finans ve lojistik bakımdan, dünyanın en yoğun ticaret rotasını meydana getirişi… Tabi ki batının radar süzgecinden sıyrılmayacaktır.
Suudi Arabistan (ki şimdilik, malum Amerikacı ülke, her yıl takriben ayırdığı $88Milyar Dolarlık bütçesiyle, Ortadoğu’daki askeri savunma alanında en büyük finans fonuna sahiptir), Pakistan ve İran arasındaki derinleşmiş bölgesel rekabete, Körfez İşbirliği Konseyi (Gulf Cooperation Council-GCC) içerisinde devam eden ‘üstünlük kurma egosu’ anlaşmazlığının da eklenmesi, yakın dönemde bölge istikrarı üzerinde büyük bir etki yaratılacağı sinyallerini yaymaktadır. Bu arada dikkatlerden kaçırılmaması gereken, Pakistan Silahlı Kuvvetleri halen, dünyanın 6. halihazırda bulunan gücü ve 1,5 milyondan fazla sayılı askeri personele varan, Müslümanlık birlikleri içerisindeki konumuyla, nükleer silaha sahip tek IMAFT* üyesi olarak kabul edilmektedir.
Diğer mühim husus itibarıyla, 2015 yılında İslam ülkeleri tarafından oluşturulmuş 'Muslim NATO' tanımlamasıyla da ifade edilen *Islamic Military Alliance to Fight Terrorism (IMAFT) mevcudiyetinin hâkimiyet alanı genişliğidir. Bahsi edilen yapılanma, doğuda faaliyet göstermeyi amaçlayan tüm batı ülkelerinin menfaatlerini zedeleyebilir bir kuvvet ağını temsil etmektedir. Halk arasında ‘İslam ordusu’ sıfatıyla da bilinen ve günümüzde -şimdilik- 41 üye ülkenin meydana getirdiği IMAFT’ın amacı, bölgedeki aşırılık ve terörizm ile Afrika'nın Boynuzu’yla (Horn of Africa) mücadele etmektir. Fakat ABD dostu Suudi monarşisi ve zengin Körfez emirlikleri tarafından ağırlıkla finanse edilen yapılanma, ‘terörle mücadele’ ittifakı olarak görülmesine rağmen, Amerika’yı bölge kontrolünü ‘kesinlikle’ elden bırakmama doğrultusuna yöneltmiştir.
Project Status Quo…
Dönemin vaziyeti itibarıyla, 2020 yılında full kapasiteyle hizmet vermesi amaçlanan Güney Kore’deki USAG Humphreys hariç; sıralamadaki en büyük ABD askeri üssü şimdilik Almanya’daki Ramstein merkezi sayılmaktadır.
Söz konusu tüm saptamaların yanında gözden kaçırılmayacak en değişmez gerçek, Amerika’nın uluslararası sahalarda askeri faaliyet gösteren en kapsamlı uygulayıcı konumunda bulunuşudur. Örneğin, kamuoyu bilgisine aktarılmış veriler uyarınca, ülke, kendi sınırları dışarısında faaliyet gösteren -isimlendirilmiş- 38 askeri merkeze sahiptir. Aktif vaziyette faaliyet gösteren mevcut yapılanmalar, en üstün avantajlarla donatılmış teknolojik ekipmanı; etkenlik alanı yüksek silah, araç ve savaş malzemelerini; kuruluş düzenleri dâhilinde yer alan yüksek sayıdaki ulusal muhafızları; yedek elemanlar ile sivil personelleri içermektedir.
Malum gidişata Washington gözlüğüyle bakıldığında, ortada hesaplı bir niyet yoktur aslında… Çünkü amaç ‘hedeflenmiş coğrafi konumlarda ortak güvenlik imkânlarının sağlanılması; pozisyonla alakalı tüm ülkelerin ortak ekonomik menfaatlerinin korunması; ABD silah satışları volümünün korunarak -mağdur durumdaki ülke menfaatleri için, silah arzında bulunan herkese hemen yardım edilmesi; bölgedeki petrol-doğalgaz kaynaklarının istikrar ile sürdürülebilirlik dengesinin muhafaza edilmesi; söz konusu alandaki farklı milliyet ve inançlar arası dengenin, barışçıl bir senkronize vaziyetiyle garantilenmesi; eğitim seviyesi ile yaşam standartları düşük oranlı yerel halkın ‘muasır medeniyetler seviyesine’ kavuşturulması; Arap-İsrail gerginliklerinin barışçıl bir hâkimiyet altında tutulması… gibi alışılagelmiş sebeplerle de karşımıza çıkabilmektedir.
Aksi halde, ödeme masrafları ev sahibi ülkeye tabi kılınarak kurulmuş ve rüşvet temelleri üzerinde yükselecek merkezlerin hiçbir art niyeti bulunmamaktadır. Tıpkı bizim Big Mc Donald’ın yaptığı gibi, işin içerisine global alanda başarılması öngörülmüş ‘kalkındırma’ projeleri katıldığında, ne emperyalizm kalır, ne de Veni-Vidi-Vici’lerin herhangi bir dile tercüme ediliş ihtiyacı. avazturk