Tüm dünyada etkisini sürdüren yeni tip corona virüsten (Kovid-19) korunmak ve hastalığın yayılmasını önlemek amacıyla "evde kal" çağrılarına uyarak eşi Pınar Dura ile evden çıkmayan Özer, telekonferans yöntemiyle AA muhabirinin sorularını yanıtladı.Evdeki günlerinde, ev, aile ve ilişkilerini anlatan Cem Özer, çocukluğunun savrulmuş yıllarından Okan Bayülgen ile ev arkadaşlığı dönemine, Türkiye ve Avrupa turnesinde kapalı gişe oynadığı "Pir Sultan Abdal"ı rock müzikal yapma planından Oscar alma hayalinde olduğu projesine, geçirdiği talihsiz kazanın ve yoğun bakımın ardından rol aldığı Payitaht Abdülhamid dizisindeki karakterine dair bilgi verdi.
Pınar Dura: "Sağlık Bakanımız da açıkladı biliyorsunuz, bir kişinin virüsü kaç kişiye bulaştırdığını, kaç kişinin ölümüne sebebiyet verdiğini, biz her gece izliyoruz. Evimizde görev dağılımı var. Cem mutfak konusunda gerçekten çok başarılı. Yani gurme. Mantıdan yaprak sarmaya kadar her şeyi yapabilir. Mesela Cem, Beşiktaşlıdır. Normalde Beşiktaş maçını izlerken erkekler ne yapar? Arkadaşlarıyla çıkar bir yerde izler. Cem öyle yapmıyor, bir güzel sofrasını kurar. Ondan sonra yapraklarını alır. Yaprak sarar maç izlerken. Yani öyle seviyor mutfağı."
Cem Özer: "Bizde hayat müşterek. Ben pişiriyorum o yiyor. Ben kirletiyorum o yıkıyor, temizliyor. Ben süpürüyorum, ben tozluyorum, o siliyor."
Bu evliliğiniz için ne diyelim, bir tanım alacak olursak? Huzur ya da bir kadını büyütmek mi diyelim?
Cem Özer: "(Pınar'ı) Ben büyüttüm ya, bayağı büyüttüm. Bana geldiğinde küçük bir kız çocuğuydu. Pınar'ı çok seviyorum, o bambaşka ve çok fedakar. Onun kıymeti farklı benim için. Huzur diyelim. Daha önceki evliliklerimden daha çok evdeyim. Bir aradayız. Ben de öğrendim. Evlilik benim çok bildiğim bir şey değildi. Çok evlilik yapmış olmama rağmen bilemiyordum. Çünkü rol model evlilikler yaşamadım, öyle evlerde büyümediğim için. Yani mutlu, içinde kalpler uçuşan evlerde büyümedim. Ayrı bir anne, babanın çocuğuydum. Çocukluğumuz biraz savruldu ama annemin yanına 9 yaşında geldim, 18 yaşında ayrıldım ve kendi hayatımı kurdum. Arada da babama ve amcama gidişler oldu. Evde de bir üvey babam vardı ama kötülüğünden değil, sürekli bir bağırış, çağırış vardı. Yani annemle, üvey babamın ilişki kurma biçimi oydu. Birbirlerine çemkirerek ilgileniyorlardı ki üvey babam, annemi çok seviyordu. Ama ben babama benzediğim için benden nefret ediyordu adam. Bir de tam huzura erecek, ablamla abimi büyütmüşler pat ben geliverdim. Adam da haklı. Bu yüzden travmalar farklı. O yüzden evde kalmayı çok severim. Çünkü kendime ait hissettiğim bir evim, odam olmadı. Ben hep misafirdim. Annemde de babamda da amcamda da misafirdim. 'Burası benim evim' diyebildiğim bir durumum olmadı. Tabii ki güzel şeyler de yaşadık, bedelini ödemek kaydıyla. Arkadaşlarla parti de yaptım. Bedelini ödedim. O yüzden evi çok severim."
Pınar Hanım ile çatışma yaşar mısınız ?
Cem Özer: "Hayır çok çatışma yaşamıyoruz. Tabii ki zaman zaman ayrı düştüğümüz konular oluyor ama meseleyi çözüyoruz. Ben Pınar'dan 20 yıl ilerdeyim. Ona diyorum ki, 'Bir zaman makinesine binsen 20 yıl ileri gitsen, 20 yıl sonrasını görmek ister misin?' İşte o zaman makinesi benim. Ben ona 20 yıl sonradan haber getiriyorum. O yüzden biraz bu taraftan bakalım deyince mesele bitiyor. Biraz zihin dağıtıcı tarafım var benim."
Daha önceki bir röportajınızda Pınar Hanım'ın çocuk istediğini öğrenmiştik. Şartlar uygun olduğu zaman demiştiniz. Şimdi nedir durum ?Pınar Dura: "Şartları bekliyoruz. Corona virüs falan geçsin bir...."Cem Özer: "Pınar'a hak veriyorum ama onun da bana hak vermesini bekliyorum. Çünkü benim 2 çocuğum da denk geldi. İsteyerek 'Hadi çocuk yapalım' diye olmadı. Kendileri geldi. Bana kalsaydı ben çocuk yapmazdım. Çocukları çok seviyorum. Çocuğun ilkokula başladıktan sonra lezzeti bitiyor, sorumluluk başlıyor. Yani kendi hayatından vazgeçeceksin. Gideceğin yer, tatilin ona göre değişecek. Sen bir kere kendine yatırım yapmaktan doydun mu? O şu anda özeniyor. Arkadaşları doğuruyor. Ben gelecek konusunda çok iyimser değilim. Dünyanın nereye gittiğine dair iyi umutlarım, iyi öngörülerim yok. Bugünleri mumla arayacağımızı biliyoruz. Bu aşikar. Buzullar eriyor. Yani nasıl bir dünyaya çocuk getiriyorsun. Ben o çocuğa nasıl bir gelecek bırakacağım. Benim çocuğa bırakacağım gelecek ne? Ev mi, apartman mı bırakacağım? Biraz daha birbirimize zaman harcayalım diyorum ben. Daha beraber yapacağımız şeyler bitmedi. Planlarımız var."
Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu kursunda bir öğrencim vardı Emel Akalın diye. Okan onun sevgilisiydi. Galatasaray lisesini bitirmiş genç bir oğlandı. Hemen bizim evin de biraz ilerisindeydi. Gider gelirdik oraya. Okan, 'Abi benim evde müsait bir oda var. Burada kal istersen.' dedi. Birkaç ay Okan'da takıldım. Ya çok şeker bir çocuktu. İnanılmaz. Okan çok güzel gitar çalar, şarkı söyler. Çok güzel bir sesi vardır. En önemli anım, ben onun kafasını keşfettim. Çok güzel sohbetler ediyorduk. Fransa'ya gidip ekonomi okumak ve bunun yanı sıra da fotoğrafçılığı öğrenmek istiyordu. Ben Okan'ı zorla konservatuvara girmeye ikna ettim. Ama dedim ki, 'Oyuncu değil, ne olur yönetmen ol. Sende yönetmen kafası var.' dedim. Hala aynı fikirdeyim. İnanılmaz bir reji kafası vardır. Şimdi hatırlamıyorum, konservatuvara giriş parçalarını çalıştırmıştım ona ve konservatuvara öyle girdi.
Özel televizyonların ilk talk show sunucusu olarak 'Laf Lafı Açıyor' ile uzun yıllar, 15 yıl dediniz, ekranlardaydınız. Unutamadığınız güzel anılarınız var mı?
Cem Özer: "Ben program yaparken kimseye ayrıcalık tanımazdım. Özel kampanyalarla gelmezdi programıma insanlar. Samimiyetime gelirlerdi. Bülent Ersoy ile bir program yaptık. O kadar güzel gitti ki. Bant çekiyorduk o zaman mecburen. Çünkü Türkiye'de yayın yapılamıyordu, Almanya’dan uydu yayınıydı. Çok güzel oldu program. Hatta babamın çok sevdiği ya da benim öyle kondurduğum ‘Gecenin matemini ruhuma katıp sarayım/ Gittin artık sen, ben nerede bulup yalvarayım' diye bir şarkı vardı. Onu söyledi Bülent Ersoy benim için. Hüngür hüngür ağladım. Ondan sonra ekranlarda ağlamak moda oldu. İbrahim Tatlıses her programında ağlamaya başladı. Bülent Ersoy'a program teklifi geldi.
Bir de rahmetli Kayahan... Gelene kadar akla karayı seçtik. Yapımcılığı, konuk koordinatörlüğünü, rahmetli Yaşar Gaga yapıyordu. Kayahan onu aramış, 'Cem gelsin, onunla konuşayım.' demiş. Ulus'ta bir apartmanın zemin katındaki evine gittim. Beni ağırladı. Yatak odası gibi bir yer. Ortada siyah yuvarlak, üstü muşamba, saten kaplı bir yatak var. Perdeler kapalı, gündüz vakti, her taraf simsiyah. Bir tane büyük neondan insan boyu Kayahan var, yanıyor. Bir tane kartondan insan boyu Kayahan var. Duvarda Kayahan yazıyor, dönüyorsun Kayahan. Dedim, 'Kayahan perdeyi aç!'. 'Açamam' dedi. 'Tabii hep karanlık, hep karanlık' dedim."
Bir de rahmetli Kerim Tekin. Antalya'da yaz programı çekiyoruz. Kenan Doğulu ve biri daha var. Havuz başında Kenan Doğulu ile sohbet ediyoruz. Biri geldi 'Merhaba Cem bey, ben de oturabilir miyim?' dedi. Ben de 'Merhaba, yok kardeş biz akşamki çekimle ilgili konuşuyoruz.' dedim. 'Olsun ben de katılsam sohbete.' dedi. 'Ya kardeşim, yanlış anlama. Geleceğim, ilgileneceğim. Ama şimdi Kenan ile konuşuyorum.' dedim. 'İyi, peki.' dedi, gitti. Meğerse konuğum, Kerim Tekin'miş rahmetli. Ben onu hayran zannedip, çemkirmiştim. Yeni çıkmıştı."
Cem Özer: "Bir gün Burcu Güneş geldi programa. Zangır zangır titriyor. Durduramıyoruz kızı. 'Niye titriyorsun Burcu? Rahat ol, kendine gel.' dedim. O çok güzel bir şey söylemişti, 'Ben Laf Lafı Açıyor’dayım ve karşımda Cem Özer mi var? Bir gün biri bana burada oturabileceğimi söyleseydi, inanamazdım.' dedi."
İyi bir tiyatro oyuncususunuz. "Ben oyuncuyum, her karakteri oynayabilmeliyim. Hayatın içinden insanlar onlar." diyorsunuz. Mesela Pir Sultan Abdal'ın burada kapalı gişe oynamasının yanında bir ay Avrupa turnesinde de aynı yoğunluğu yaşamışsınız. Bu çok güzel bir his olmalı bir oyuncu için?
Cem Özer: "Evet. Mesela ben, Chaplin’in oynadığı sahneye çıktım, Londra'da (Hackney Empire). Çok önemli bir şey bir oyuncu için. Yani bu bir futbolcunun Wembley'e çıkması gibi bir şey. Paris'te Sarah Bernhardt'ın oynadığı sahnede (Theatre du Gymnase) oynadım. Başka bir şey hissediyorsunuz orada. Anlatılabilir bir şey değil."
Payitaht Abdülhamid dizisinde güçlü bir karakterle rol alıyorsunuz şimdi. İngiliz devleti adına sefaretlerde rahip ve casus olarak görev yapmış siyonist Hechler'i canlandırıyorsunuz. Amacınız Osmanlı’yı yıkıp Abdülhamid’i tahttan indirip, Mescid-i Aksa’nın altında olduğuna inandığı Süleyman Mabedi’ni yeniden inşa ederek Filistin’i Yahudilere açıp, orada Yahudi devletinin kurulmasını sağlamak. Fakat karşınızda zeki bir sultan var ve siz aynı zamanda ona hayranlık duyuyor gibisiniz?
4. sezonu başarılı ve güçlü kadrosuyla devam eden bir diziye yeni bir karakter olmak nasıl bir duygu? Sizden beklenti de Hechler gibi bir karakter olarak girdiğiniz için yüksek mi oluyor sizce? Bu biraz geren, heyecanlandıran ya da ürküten bir şey midir oyuncu için?
Cem Özer: Bu başka bir challenge (meydan okuma) tabii. Bir kere yürüyen bir kadronun içine giriyorsunuz. Futbolda da benzer bir durum yaşanıyordur. Mesela sezon ortası transfer yapıyorsunuz, biri geliyor ama takım arkadaşlığını kurmuş. Orada artık herkes eş-dost. Siz zaten ekipteki herkesin ismini öğrenene kadar 2 ay geçiyor. Ben bir de zor isim öğrenen biriyim. 50 kişi falan çalışıyor. Hepsi çayı nasıl içiyor, detayına kadar birbirini biliyorlar. Çünkü 4 yıldır ailenizden, eşinizden, dostunuzdan çok, o insanlarla bir arada oluyorsunuz.
Bu ilişkiler de sizi rahatlatmış anladığım kadarıyla?
Cem Özer: "Evet rahatlattı. Yönetmeni de çok sevdim. Çok zeki bir adam. Her iki ekibin yönetmeni de öyle. Birinci ekip de ikinci ekip de. Set arkası, kamera arkası, yardımcı yönetmenler falan, bakınca gerçekten aksayan bir dişli yok. Çünkü bir makinede en küçük dişli aksarsa o makine zaten yürümez. Bozuk düzen içinde, doğru çark olamazsın. Benim bozuk düzen içindeki doğru çark olmakla ilgili sıkıntılar çektiğim olmuştu. Ben bu karakterde başta zorlandım, çünkü karakteri çalışmak için çok zamanım yoktu. Zaman içinde oturdu ve kendini belli etti karakter. Kendi sefaretinde, kendi güvenli sularında daha çok inişleri çıkışları olabiliyor. Pikleri var, yani manik depresif bir hal alabiliyor. Abdülhamid'in karşısında ise gayet soğukkanlı gayet poker face (ifadesiz-nötr surat) dediğimiz, asla ne duygularını ne üzüntüsünü ne sevincini belli etmeyen bir karakter olarak çizdim. Ama yeri geldiğinde çok sinirlenebilen, çok öfkelenebilen, çok acımasız... İki kere adam öldürdüğünü gördük, gözünü kırpmadan. Birinde çekti silahını vurdu, öbüründe boğazını kesiverdi, bitti, gitti. Bu kadar da acımasız, idealleri doğrultusunda."
Ben oyunculuğa biraz da şelale diye bakarım. Bırak bir aksın bakalım, derim. Yani aklını sette çok kullanma, aklınla değil beyninin sol tarafıyla oyna. Eğitimimiz bize öncesinde lazım. Sonra kamera önüne ya da sahneye çıktığımızda eğitim lazım değil. Orada tam tersi eğitimi bir kenara bırakacağız. Eğitilmiş oyuncular olarak oynamayacağız. Orada içgüdüsel oynayacağız, atacağız ve şaşırtıcı olacağız. İçimden geldi mesela, senarist Uğur (Uzunok), şöyle bir şey yazmıştı: Hechler dolmuş kafayla gelir. Katalize olmuş... Abdülhamid ‘'Siz kaybettiniz bay Hechler.' diyor. Abdülhamid’in 'Siz kaybettiniz bay Hechler' sözü çok koymuş. Ben orada bir yere bakmak yerine tribe girerek bu sözü tekrarlayarak ‘Siz kaybettiniz Bay Hechler’ şeklinde oynadım. Yönetmenin hoşuna gitti, öyle oynadık. Sosyal medyada dillere pelesenk oldu, 'Tekrar söyler misiniz?' diye mesajlar geldi. İnsanların hoşuna gidiyor. Önemli olan negatif kahramanı sevdirmek. Yoksa kahraman zaten seviliyor. Kahraman, adı üzerinde."
Uyandıktan sonra ne hissettiniz?
Cem Özer: "Uyandıktan sonra yeni bir şans olduğunu hissettim. Ertelediğim bir sürü şeyi yapmakla birlikte yeni bir enerji geldi."
Peki, "ikinci şansım" dediğiniz bu devrede neler yapmak istiyorsunuz?
Cem Özer: Yapmak istediğim bir tane çok önemli bir film ya da dizi var. Onu mutlaka yapacağım. Çok iddialıyım o konuda. Türkiye’nin, yabancı film dalında Oscar alacak bir hikaye. Bundan adım gibi eminim. Yani bu bir hayal falan değil, gerektiği şekilde 150-200 milyon dolarla yapılırsa eğer. Bu Netflix’e dizi olabilir."
Yapımcı olarak mı yapmak istiyorsunuz yoksa oyuncu olarak mı yer almak istiyorsunuz?
Cem Özer: Yok. Oyunculuk için de denk gelirse zaten çok fazla karakter var. Yani yapım koordinatörü olmak istiyorum. Para koyan yapımcı değil, işi ortaya koyan, çıkartan yapımcı olmak istiyorum."
Yürütücü yapımcı mı?
Cem Özer: "Evet, yönetici yapımcı diyelim. Yönetici yapımcı olmak istiyorum. Öbür taraftan film çekmek istiyorum. Sinemada kamera arkasına geçmek istiyorum. Bir de Pir Sultan Abdal'ı rock opera yapmak istiyorum."Öyle mi?Cem Özer: "Evet, oynadığım zamandan beri öyle hayal ettim onu. Böyle hayallerim var. Gittiğim, gezdiğim her yere karımla bir kere daha gitmek istiyorum. Ona göstermek istiyorum oraları, orada yaşadıklarımı. Çünkü onsuz gitmiştim. Şimdi onunla yaşamak istiyorum oradaki anılarımı. Bak burada bunu yaşamıştım diyerek ona yaşatmak istiyorum. Sonra onunla gitmemiz gereken yerler var."
Bir uçağın bir saatlik uçuşta havaya saldığı karbondioksit kaç ton? Yani 2 ay uçakları, otomobilleri durdursak yeter. Biz insanlara hadi evinize girin, buradan buraya gitmek yasak diyemeyiz demokrasinin olduğu ülkelerde. Bir şey olması gerek diye düşünüyorum. Benim komplo teorim, herkesin bir komplo teorisi var. Nasıl bu kadar yayıldı yahu? Bu virüs çok çabuk ulaşan çok öldürücü bir virüs değil. Sizin mutlaka altta kronik bir hastalığınızın yatması gerekiyor. Yaşla alakalı değil. Gençler de ölüyor. Öldürücü değil, çok çabuk yayılıyor. Çok çabuk bulaşıyor. Çok çabuk bulaşan bir virüs zaten kendisi yaşayabilmesi için öldürücülükten vazgeçmek üzere mutasyona uğraması gerekir. Zaten ultraviyole, ısı yükseldiğinde onu etrafında çok minik bir yağ koruyor, canlı değil çünkü. Bir Ribonükleik asit, protein molekülü. O yağ eridiğinde yok oluyor zaten. Dolayısıyla sıcaklar arttığında havada asılı kalamayacak çünkü o yağ eriyecek. Ultraviyole de zaten bir sterilizasyon sebebidir. Eğer izolasyona dikkat edersek 3 hafta içinde yavaş yavaş rahatlayacağımızı ve hazirana da rahat gireceğimizi düşünüyorum. Planlarımı böyle yapıyorum."
Son olarak neler söylemek istersiniz? Bir mesajınız var mı sevenlerinize?
Cem Özer: "Neleri değiştirmek istersin, dediniz. Ben memnunum. Yaşadığım kötü olaydan da iyi olaydan da memnunum. Neticede bunların külliyesiyiz. Hep iyi yaşayarak olgunlaşamayız. Acılar ve olumsuz olaylar iyi meyve vermesi için insanın gübresidir. Bundan faydalanmayı bilmek lazım. Başında dedim ya, travmalarımızı bilip onları yönetmek lazım. Onları bir mazeret, bahane haline getirmeyeceksiniz. Travmalarınızı bir bahane olarak kullanırsanız uyuşturucuya da, kumara da, alkole de, her türlü musibete müptela olabilirsiniz. Travma yaşamamış bir insan var mı post modern dünyada? Hangimiz yaşamadık? Röportajı değişik yapsak ben size sorsam çocukluğunuzdan kim bilir ne travmalar çıkacak?"
Hani diyorlar ya, 'Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.' Hayır, eminim her şey eskisi gibi olacak. İnsanlar yine umursamadan yaşayacak, gene sevgiyi ezecek, sevginin üzerinden geçecek, gene birbiriyle didişecek, gene maddi hırsların peşine düşecek. O yüzden bunu değiştirmek için illa bir salgın, felaket olması gerekmiyor. Kendi içinize dönüp baktığınızda neden, nasıl beslendiğinize, neyin sizi mutlu ettiğine dönüp bir bakın. Başkalarını mutlu edip mutlu olmak işin en kolay yolu. Bir hayvan sevin. Bir kedi, köpek sevin, çimene basın, çiçek besleyin, sulayın. Onun her gün filiz açmasını takip edin. Kitap okuyun. Böyle de yaşlı amcalar gibi oldum ama."
Güzel mesajlarınızla konuğumuz oldunuz, teşekkür ederiz.
Cem Özer: "Ben teşekkür ederim size ve yayındaki tüm arkadaşlarınıza."
Source : milliyet.com