Çalışmalarını kurucusu olduğu Refik Anadol Studio altında gerçekleştiren Anadol, Dijital İlaç'tan, Bill Gates'in çalışmalarını nasıl desteklediğini anlattı.
İşte Ayşe Arman'ın kendine özgü röportajı...
Ben babamın yolundan gitmişim
Refik Anadol röportajı, söz verdiğim gibi tam gaz devam ediyooooo….
.
Doğum günü molası vermiştik. Tekrar Refik Anadol‘la huzurlarınızdayım. Bitmez tükenmez sorularıma cevap verdiği için ona çoook teşekkür ediyorum. Refik’in hayatında da “olmazcılar” varmış. “Ne gereği var?!” “Bu çocuk ne yapmaya çalışıyor!” “Neden bunu yapıyorsun!” cümlelerini sık sık duymuş. “Her alanda olduğu gibi bu alanda da dinozorlarımız vardı” diyen Refik Anadol’la hayatındaki olmazcıları ve ona inanıp destekleyenleri konuştuk.
Ona ilk inanlardan biri de Bill Gates’ti. Hayatının kırılma noktası olan o anı şöyle anlatıyor, “Sahneden indiğimde, sağ çaprazda Bill Gates oturuyordu. Dedi ki, “Dünyanın en iyi okullarından on kişi dinledim. O kadar sıradan şeyler söylediler ki… Aplikasyon, startup, hepsi ürün yapma peşinde… Tek sanatçı, o şortlu çocuktu. Sadece onun anlattıklarında, birinin hayal gücünün gerçeğe dönmesi gerektiğini hissettim!” Ve sonra geldi elimi sıktı. Çok büyük bir burs verdi. Jürideki insanların, yüzündeki şaşkınlık ifadesini anlatamam. 6 haneli bir rakamla, Los Angeles’a döndüm. Benim hayatımın kırılma noktasıdır bu ödül. Hayalimi gerçekleştirdim. Walt Disney binasına rüya gördürdüm. Ve sonra gerisi de geldi…”
BABAMI 15 YAŞINDA KAYBETMEK HAYATIMIN EN BÜYÜK TRAVMASI
Sen 15 yaşındayken vefat ediyor baban. Bu kayıp, hayatındaki en büyük travma olmalı…
-Ne yazık ki öyle. Allah kimseye vermesin. Biraz daha zamanımız olsaydı, kim bilir daha neler neler paylaşabilecektik. Ama bazı gerçekler karşısında, keşke demenin bir anlamı olmuyor. Babamla ilgili şöyle enteresan bir okumam var. Çok iyi puzzle yapıyordu. Okuldan eve döndüğümde, sonuçlarını görüyordum. Ve büyüleniyordum. Bir gün içinde, binlerce parçayı bir araya getirebiliyordu. Şimdi fark ediyorum da, aslında yapay zeka gibi düşünüyormuş. Yapay zekada da milyonlarca parça var. Belli ki bu babamdan gelen bir tutku. Ben, babamın yolundan gitmişim.
Babanın eksikliği sende neye yol açtı?
– Şöyle bir his: Dünyanın en büyük acılarından birini yaşayınca, “Bundan daha acı ne olabilir ki?” dediğiniz bir an oluyor. O en uç noktaya gittiğiniz an. Çok sevdiğini kaybedenler o noktaya gidiyor. Ben de gittim. Bu kadar büyük bir acı yaşadıktan ve dünyadaki başka acılara tanık olduktan sonra, belki de insanları mutlu eden şeyler üretmek istiyor insan. Çünkü dünyada yeteri kadar acı var…
2008’de mezuniyet projenle beraber, Emre Arolat’ın Santralistanbul binasını kullanarak, Türkiye’de ilk, dünyada da ilk örneklerden birini gerçekleştiriyorsun. Mimari veriyle, bir yapıyı yaşayan bir form haline getirmeyi başarıyorsun! Soru şu: Hiç “Hadi len!” demediler mi sana? Hep inandı mı hocaların filan…
-Emre Arolat’ın da, Profesör İhsan Derman’ın çok değerli katkıları var. Kendilerine bir kere daha teşekkür ediyorum. Bu arada bölümümüz, ülkemizin en yaratıcı bölümlerinden biriydi o yıllarda. 2008’de yaratıcı kodlamayı ben derste öğrenebiliyordum. İnanılmaz ileriydi. Okulumda değil de, geri kalan hemen her yerde tabii ki ben de şu klasik cümleyi duydum: “Ne gereği var?!” “Bu çocuk ne yapmaya çalışıyor!” “Neden bunu yapıyorsun!” Her alanda olduğu gibi bu alanda da dinozorlarımız vardı. Ama Emre Arolat mesela, çok açık zihinli buldu ve hemen verilerini verdi.
Sen her yapının, her mekanın bir kanvas olduğunu düşünüyorsun? Ne zamandan beri…
-Valla kendimi bildim bileli.
Şu an iddian ve yaptığın şu mu: “Mimaride beton, metal, cam, vs. gibi malzemeler kullanıyor. Oysa ben büyük veri ve algoritmalar sayesinde, imkansız materyalleri akışkan bir formda hayal edebiliyor ve bunu da büyük veriyle birleştirebiliyorum.”
-Aynen öyle! 2008’de Berlin’de bir panele katıldım. Medya sanatları ve mimari buluşursa, görülemeyen sinyaller, yani veriler gösterilebilirse, geleceğin mimarisi olabilir diyen bir akademisyen vardı. Dinlemediler bile! Sallamadılar adamın konuşmasını! O kadar utandım ki. Muazzam biri, hayallerini paylaşıyordu ve insanlar, “Ne diyor bu ya!” “Ne gereği var!” diyordu. Ama o anda çok da heyecanlandım. Tam olarak benim de inandığım şeyleri söylüyordu. Sadece 14 yıl geçti, onun söylediklerini şu anda yaşıyoruz, deneyimliyoruz.
Refik Anadol ile Röportajın Devamı İçin Tıklayın
İşte Ayşe Arman'ın kendine özgü röportajı...
Ben babamın yolundan gitmişim
Refik Anadol röportajı, söz verdiğim gibi tam gaz devam ediyooooo….
.
Doğum günü molası vermiştik. Tekrar Refik Anadol‘la huzurlarınızdayım. Bitmez tükenmez sorularıma cevap verdiği için ona çoook teşekkür ediyorum. Refik’in hayatında da “olmazcılar” varmış. “Ne gereği var?!” “Bu çocuk ne yapmaya çalışıyor!” “Neden bunu yapıyorsun!” cümlelerini sık sık duymuş. “Her alanda olduğu gibi bu alanda da dinozorlarımız vardı” diyen Refik Anadol’la hayatındaki olmazcıları ve ona inanıp destekleyenleri konuştuk.
Ona ilk inanlardan biri de Bill Gates’ti. Hayatının kırılma noktası olan o anı şöyle anlatıyor, “Sahneden indiğimde, sağ çaprazda Bill Gates oturuyordu. Dedi ki, “Dünyanın en iyi okullarından on kişi dinledim. O kadar sıradan şeyler söylediler ki… Aplikasyon, startup, hepsi ürün yapma peşinde… Tek sanatçı, o şortlu çocuktu. Sadece onun anlattıklarında, birinin hayal gücünün gerçeğe dönmesi gerektiğini hissettim!” Ve sonra geldi elimi sıktı. Çok büyük bir burs verdi. Jürideki insanların, yüzündeki şaşkınlık ifadesini anlatamam. 6 haneli bir rakamla, Los Angeles’a döndüm. Benim hayatımın kırılma noktasıdır bu ödül. Hayalimi gerçekleştirdim. Walt Disney binasına rüya gördürdüm. Ve sonra gerisi de geldi…”
BABAMI 15 YAŞINDA KAYBETMEK HAYATIMIN EN BÜYÜK TRAVMASI
Sen 15 yaşındayken vefat ediyor baban. Bu kayıp, hayatındaki en büyük travma olmalı…
-Ne yazık ki öyle. Allah kimseye vermesin. Biraz daha zamanımız olsaydı, kim bilir daha neler neler paylaşabilecektik. Ama bazı gerçekler karşısında, keşke demenin bir anlamı olmuyor. Babamla ilgili şöyle enteresan bir okumam var. Çok iyi puzzle yapıyordu. Okuldan eve döndüğümde, sonuçlarını görüyordum. Ve büyüleniyordum. Bir gün içinde, binlerce parçayı bir araya getirebiliyordu. Şimdi fark ediyorum da, aslında yapay zeka gibi düşünüyormuş. Yapay zekada da milyonlarca parça var. Belli ki bu babamdan gelen bir tutku. Ben, babamın yolundan gitmişim.
Babanın eksikliği sende neye yol açtı?
– Şöyle bir his: Dünyanın en büyük acılarından birini yaşayınca, “Bundan daha acı ne olabilir ki?” dediğiniz bir an oluyor. O en uç noktaya gittiğiniz an. Çok sevdiğini kaybedenler o noktaya gidiyor. Ben de gittim. Bu kadar büyük bir acı yaşadıktan ve dünyadaki başka acılara tanık olduktan sonra, belki de insanları mutlu eden şeyler üretmek istiyor insan. Çünkü dünyada yeteri kadar acı var…
2008’de mezuniyet projenle beraber, Emre Arolat’ın Santralistanbul binasını kullanarak, Türkiye’de ilk, dünyada da ilk örneklerden birini gerçekleştiriyorsun. Mimari veriyle, bir yapıyı yaşayan bir form haline getirmeyi başarıyorsun! Soru şu: Hiç “Hadi len!” demediler mi sana? Hep inandı mı hocaların filan…
-Emre Arolat’ın da, Profesör İhsan Derman’ın çok değerli katkıları var. Kendilerine bir kere daha teşekkür ediyorum. Bu arada bölümümüz, ülkemizin en yaratıcı bölümlerinden biriydi o yıllarda. 2008’de yaratıcı kodlamayı ben derste öğrenebiliyordum. İnanılmaz ileriydi. Okulumda değil de, geri kalan hemen her yerde tabii ki ben de şu klasik cümleyi duydum: “Ne gereği var?!” “Bu çocuk ne yapmaya çalışıyor!” “Neden bunu yapıyorsun!” Her alanda olduğu gibi bu alanda da dinozorlarımız vardı. Ama Emre Arolat mesela, çok açık zihinli buldu ve hemen verilerini verdi.
Sen her yapının, her mekanın bir kanvas olduğunu düşünüyorsun? Ne zamandan beri…
-Valla kendimi bildim bileli.
Şu an iddian ve yaptığın şu mu: “Mimaride beton, metal, cam, vs. gibi malzemeler kullanıyor. Oysa ben büyük veri ve algoritmalar sayesinde, imkansız materyalleri akışkan bir formda hayal edebiliyor ve bunu da büyük veriyle birleştirebiliyorum.”
-Aynen öyle! 2008’de Berlin’de bir panele katıldım. Medya sanatları ve mimari buluşursa, görülemeyen sinyaller, yani veriler gösterilebilirse, geleceğin mimarisi olabilir diyen bir akademisyen vardı. Dinlemediler bile! Sallamadılar adamın konuşmasını! O kadar utandım ki. Muazzam biri, hayallerini paylaşıyordu ve insanlar, “Ne diyor bu ya!” “Ne gereği var!” diyordu. Ama o anda çok da heyecanlandım. Tam olarak benim de inandığım şeyleri söylüyordu. Sadece 14 yıl geçti, onun söylediklerini şu anda yaşıyoruz, deneyimliyoruz.
Refik Anadol ile Röportajın Devamı İçin Tıklayın