Almanya'nın Düsseldorf kentinde üçüncü jenerasyon Türk bir ailenin çocuğu olarak doğup büyümüş olan Bünyamin Aydın, kültüel çarpışmaları hayatında hep hissetmiş ama bundan da beslenmiş bir tasarımcı.
12 yaşında Türkiye'ye ailesiyle dönünce Türkçesini geliştirebilmeye başladığını anlatıyor. Onun dışında İstanbul'da doğup büyümüş birinden farklı bir algıyla İstanbul'a bakıyor. Mesela Kapalıçarşı'da gezerken alışveriş yapan herhangi birinden farklı olarak o, freskleri tüm tarihi dokuyu gördüğünü ve merak ettiğini anlatıyor.
Eğitimini Neden Yarıda Bıraktı?
Eğitimini yarım bıraktığını belirten Bünyamin; Almanya'da anaokulunu okumuş, İstanbul'daki Alman Lisesi'nde ortaokulu bitirmiş. Ardından isviçre'ye lise için yatılı okula gitmiş ve üç tane üniversite deneyip hepsini de bırakmış. Cenevre'de uluslararası ilişkiler, İstanbul'da işletme ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde reklamcılık okumayı deneyip, hiçbirinin ona ait bir dünya olmadığını keşfetmiş.
Bilgi Üniversitesi'nde reklamcılık okuduğu sırada, markasının ilk adımlarını atmış. Okuldaki bir hocasına markasını proje olarak sunduğunda hocası arkadaşlarına sesenerek "Bu çocuğa yakın durun! İlerde bir dünya markası olacak!" demiş. Bünyamin de o zaman hocasından aldığı övgüyle kararını verip annesine üniversite eğitimini bırakıp tasarımcı olacağını söyleme cesaretini hissetmiş.
15 Bin Euro İle 19 Yaşında Kendi Markasını Yarattı!
O zamanlar paranın anlamını ve değerini tam olarak bilmediğini ifade eden Bünyamin 10-15 bin Euro gibi bir miktarla işini kurmuş. Parayı da ailesinden almış. Küçük bir koleksiyon hazırlamış ve Berlin'e bilet almış, çünkü orada küçük bir stand tutmuş ve serüveni bu şekilde başlamış. Harrods'tan sipariş almış hem de daha 19 yaşında. Titrediğini hissettiğini belirtiyor. Harrods'ın tasarımını beğenip koleksiyonunu satın alması onu çok motive etmiş.
2011 yılında İstanbul'da şirketini tamamen kurmuş. Tişörtler, kapüşonlu sweatshirtler ufak ufak koleksiyonlar belirmeye başlamış. Ardından tişört işinden çıkıp moda haftalarına katılan bir hazır giyim markası sahibi olmak istediğini keşfetmiş. İşte bunun için de tasarladığı gömlekler, ceketler vs. her şeyi bir defile ile sergileyip herkese tişört dışında her şeyi tasarlayabildiğini kanıtlamış.
Tabii bununla da yetinmeyen Bünyamin, kendisini hiç tanımayan insanlara yani yurtdışındakilere göstermek istediği için Milano'da da bir defileye imza atmış. İşte bu defile hayatının kırılma noktası olmuş. New York Times, İtalya, Paris tüm dünyadaki Vogue'lar ondan bahsetmiş.
Nike'a Tasarım Yapan İlk Türk!..
Derken Nike'tan bir mektup almış ve 12 tasarımcıdan biri olarak kendisini seçtiklerini öğrenmiş. Ortadoğu'da fırtınalar estirdiği, yeni bir akım yarattığı ve sadece bir tasarımcı olmadığı şeklinde övgüler almış. Ve Portland'a davet edilerek Nike'a tasarım yapan ilk Türk olma şerefine de nail olmuş. Yeni 'Air Max'i tasarlayıp ismini de 'Carpet Swoosh' koymuş.
Tüm bu hızlı yükseliş onda sorumluluk, korku ve mutluluk hissi uyandırıyor. Ardından BMW, CocaCola ve Beşiktaş gibi başka büyük markalarla da çalışma şansı yakaladı.
Türk İnsanının Sorunu Birbirini Aşağıya Çekmesi...
Tabii klasik her hikayede olduğu gibi başta ailesi ve yakınları olmak üzere hayatındaki hemen herkes "yapma! Etme! Yanlış karar! Nasıl satacaksın?" gibi olumsuz söylemlerde bulunumuş. "Çevreniz sizi tasarımcı olarak kabul etmiyor yurtdışı nasıl kabul etsin?" şeklinde sorgulamaya başladığını anlatan Bünyamin, Türk insanının en büyük sıkıntısının devamlı birbirimizi aşağıya çekmeye çalışmak olduğunun altını çiziyor. "'Sen yapma! Yapamazsın!" diyenlere "EEE! Nasıl dünya markası çıksın o zaman?" diye soruyor Bünyamin.
Bünyamin tasarım dünyasında bir Türk olarak tutmuş bir marka yaratması gerektiğini hep bir sorumluluk gibi hissettiğini belirterek "Ben yapmazsam kim yapacak?" diye de soruyor. Hep bunu düşünerek yol almış. Her zaman içinden bir şeyin "Buradan git Bünyamin!" dediğini söylüyor ve her zaman o sesi dinleyerek hareket etmiş.
Başarı kelimesine antipati duyuyor! "Ben başarılıyım." demeyi kendisine söylemeyi hiç istemediğini ifade ediyor. Yarattığı markasını, ülkesine bir moda mirası olarak bırakmak en büyük umudu. Çünkü italya'daki büyük markalar gibi 30-40 yıl sonra, Les Benjamins markasının da Türkiye içn kültürel bir miras olacağı kanısında.
Neden Les Benjamins?
Markasına Benjamins ismini verme sebebi ise, Almanya'da Bünyamin'e Benjamin olarak seslenmeleri olmuş. Ardından gittiği her ülkede Benjamin'e yakın soundda seslendikleri için universal bir isim olmasını istemiş.
Bünyamin; Steve Jobs, Elon Musk hayranı ve Yohji Yamamoto, Rei Kawakubo, Hiroshi Fujiwara gibi moda tasarımcıları ve kültürsel provakatörleri seviyor ve örnek alıyor.
KAYNAK: StoryBox
12 yaşında Türkiye'ye ailesiyle dönünce Türkçesini geliştirebilmeye başladığını anlatıyor. Onun dışında İstanbul'da doğup büyümüş birinden farklı bir algıyla İstanbul'a bakıyor. Mesela Kapalıçarşı'da gezerken alışveriş yapan herhangi birinden farklı olarak o, freskleri tüm tarihi dokuyu gördüğünü ve merak ettiğini anlatıyor.
Eğitimini Neden Yarıda Bıraktı?
Eğitimini yarım bıraktığını belirten Bünyamin; Almanya'da anaokulunu okumuş, İstanbul'daki Alman Lisesi'nde ortaokulu bitirmiş. Ardından isviçre'ye lise için yatılı okula gitmiş ve üç tane üniversite deneyip hepsini de bırakmış. Cenevre'de uluslararası ilişkiler, İstanbul'da işletme ve İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde reklamcılık okumayı deneyip, hiçbirinin ona ait bir dünya olmadığını keşfetmiş.
Bilgi Üniversitesi'nde reklamcılık okuduğu sırada, markasının ilk adımlarını atmış. Okuldaki bir hocasına markasını proje olarak sunduğunda hocası arkadaşlarına sesenerek "Bu çocuğa yakın durun! İlerde bir dünya markası olacak!" demiş. Bünyamin de o zaman hocasından aldığı övgüyle kararını verip annesine üniversite eğitimini bırakıp tasarımcı olacağını söyleme cesaretini hissetmiş.
15 Bin Euro İle 19 Yaşında Kendi Markasını Yarattı!
O zamanlar paranın anlamını ve değerini tam olarak bilmediğini ifade eden Bünyamin 10-15 bin Euro gibi bir miktarla işini kurmuş. Parayı da ailesinden almış. Küçük bir koleksiyon hazırlamış ve Berlin'e bilet almış, çünkü orada küçük bir stand tutmuş ve serüveni bu şekilde başlamış. Harrods'tan sipariş almış hem de daha 19 yaşında. Titrediğini hissettiğini belirtiyor. Harrods'ın tasarımını beğenip koleksiyonunu satın alması onu çok motive etmiş.
2011 yılında İstanbul'da şirketini tamamen kurmuş. Tişörtler, kapüşonlu sweatshirtler ufak ufak koleksiyonlar belirmeye başlamış. Ardından tişört işinden çıkıp moda haftalarına katılan bir hazır giyim markası sahibi olmak istediğini keşfetmiş. İşte bunun için de tasarladığı gömlekler, ceketler vs. her şeyi bir defile ile sergileyip herkese tişört dışında her şeyi tasarlayabildiğini kanıtlamış.
Tabii bununla da yetinmeyen Bünyamin, kendisini hiç tanımayan insanlara yani yurtdışındakilere göstermek istediği için Milano'da da bir defileye imza atmış. İşte bu defile hayatının kırılma noktası olmuş. New York Times, İtalya, Paris tüm dünyadaki Vogue'lar ondan bahsetmiş.
Nike'a Tasarım Yapan İlk Türk!..
Derken Nike'tan bir mektup almış ve 12 tasarımcıdan biri olarak kendisini seçtiklerini öğrenmiş. Ortadoğu'da fırtınalar estirdiği, yeni bir akım yarattığı ve sadece bir tasarımcı olmadığı şeklinde övgüler almış. Ve Portland'a davet edilerek Nike'a tasarım yapan ilk Türk olma şerefine de nail olmuş. Yeni 'Air Max'i tasarlayıp ismini de 'Carpet Swoosh' koymuş.
Tüm bu hızlı yükseliş onda sorumluluk, korku ve mutluluk hissi uyandırıyor. Ardından BMW, CocaCola ve Beşiktaş gibi başka büyük markalarla da çalışma şansı yakaladı.
Türk İnsanının Sorunu Birbirini Aşağıya Çekmesi...
Tabii klasik her hikayede olduğu gibi başta ailesi ve yakınları olmak üzere hayatındaki hemen herkes "yapma! Etme! Yanlış karar! Nasıl satacaksın?" gibi olumsuz söylemlerde bulunumuş. "Çevreniz sizi tasarımcı olarak kabul etmiyor yurtdışı nasıl kabul etsin?" şeklinde sorgulamaya başladığını anlatan Bünyamin, Türk insanının en büyük sıkıntısının devamlı birbirimizi aşağıya çekmeye çalışmak olduğunun altını çiziyor. "'Sen yapma! Yapamazsın!" diyenlere "EEE! Nasıl dünya markası çıksın o zaman?" diye soruyor Bünyamin.
Bünyamin tasarım dünyasında bir Türk olarak tutmuş bir marka yaratması gerektiğini hep bir sorumluluk gibi hissettiğini belirterek "Ben yapmazsam kim yapacak?" diye de soruyor. Hep bunu düşünerek yol almış. Her zaman içinden bir şeyin "Buradan git Bünyamin!" dediğini söylüyor ve her zaman o sesi dinleyerek hareket etmiş.
Başarı kelimesine antipati duyuyor! "Ben başarılıyım." demeyi kendisine söylemeyi hiç istemediğini ifade ediyor. Yarattığı markasını, ülkesine bir moda mirası olarak bırakmak en büyük umudu. Çünkü italya'daki büyük markalar gibi 30-40 yıl sonra, Les Benjamins markasının da Türkiye içn kültürel bir miras olacağı kanısında.
Neden Les Benjamins?
Markasına Benjamins ismini verme sebebi ise, Almanya'da Bünyamin'e Benjamin olarak seslenmeleri olmuş. Ardından gittiği her ülkede Benjamin'e yakın soundda seslendikleri için universal bir isim olmasını istemiş.
Bünyamin; Steve Jobs, Elon Musk hayranı ve Yohji Yamamoto, Rei Kawakubo, Hiroshi Fujiwara gibi moda tasarımcıları ve kültürsel provakatörleri seviyor ve örnek alıyor.
KAYNAK: StoryBox