59 - HAŞR SÛRESİ

 

Medine'de nazil olmuştur,  24 âyettir.

I,ahmân ve Rahim olan Allah'ın adiyle[1]

 

1 (Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah Teâlâ'yı tesbîh (ve tenzih) eder. O (mülkünde). Azîz ve  (emrinde) Hakîm'dir. )

Sûre-i celileye «Beni Nadr Sûresi» de denilir.

Benî Nadrs Yahudilerden ve Hârûn Aleyhisselâm'm neslinden büyük bir kabile idi. Medine'ye iki mü mesafede bulunan bir na­hiyede otururlardı. Sağlam hisarları ve kuvvetli silâhları vardı. Hicreti müteakib, Müslümanlar aleyhinde bulunmamak üzere Resûlü Ekrem'le bir muahede akdetmişlerdi. Fakat Bedir muzafferi-yetinden sonra: «Semavî Kitablarda mev'ûd olan Âhir Zaman Pey­gamberi budur.» demelerine rağmen, yine el altından Kureyş ve Medine münafıkları ile muhabere ve aleyhde faaliyetten geri kal­mamışlardı.

Bilhassa Uhud vak'asmdan sonra fikir ve tavırlarını büsbütün değiştirmişlerdi. Hattâ Resûlüllah sallallahü aleyhi ve selleme sui-kasde bile teşebbüs etmişlerdi.

Nihayet bunu haber alan Resûl-ü Ekrem, Muhammed bin Mes-leme ile: «On gün zarfında yerlerini terk edip gitsinler.» diye Benî Nadr'a haber gönderdi.

Fakat münafıkların reisi Abdullah bin Ubeyy bin SelûTün teş­viki ile -ki yerinizde sebat ediniz, size yardım ederiz, Kurayza, Gatafân da yardımda bulunur, demişti- biz yerimizden çıkma­yız, diye cevâb verdiler.

Bunun üzerine Hicretin dördüncü yılı Rebiulevvelinde, aley hissalâtü vesselam Efendimiz, Mescîd-i Nebevî'de imamet etmek üzere İbn-i Ümmü Mektûm'u me'mûr eyliyerek Livâ-i şerifi Haz-ret-i Ali'ye verdi ve orduyu seâdetle Medine dışına çıktı. Benî Nadr'ı muhasara etti. İbn-i Selûl alenen muavenete cesaret ede­medi. Benî Kurayza ile Beni Gatafân kabileleri de bir yardımda bulunmadılar.                                                                                   

Nihayet altı gün muhasaradan sonra, eslihâdan mâada, malj-larından develerine yükleyebildiklerini alarak çıkıp gitmek üze­re, teslim olmak zorunda kaldılar. Altı yüz kadar develeri vardı. Yükleyebildiklerini yükleyerek yurtlarını terk ettiler. Kimi Hay-ber'e ve kimi Şam'a dağıldı.

İşte Sûre-i celilenin, başından altıncı âyetin sonuna kadar olan kısmın nüzul sebebi budur. [2]

 

2 (Kitab  ehlinden  o  küfredenleri,  ilk  haşr  için  diyarların­dan çıkaran O'dur.)

 (Ey mü'minler!) Siz, onların diyarlarından çıkacaklarını zannetmemiştiniz. Onlar da hisarlarının (metaneti) kendilerini Allah'ın azabından menedeceğini zannetmişlerdi. Fakat Allah (Al­lah'ın emir ve azabı) onlara ummadıkları bir yerden geldi. Ve kalblerine korku ilkâ etti. (Sürgünü kabul ettiler). Evlerini, elle­riyle ve müzminlerin eliyle tahrîb eylediler. Ey basiret sahihleri! İb­ret alın! [3]

 

3 (Şâyed  Allah  Teâlâ,  onlara  sürgünü  takdir  etmiş  olma­saydı, yine her halde dünyâda (kati ve esarete) ta'zibederdi. (Gerçi dünyâ azabından necat buldular) onlar için Ahirette ateş azabı vardır.) [4]

 

4 (Onlara bu azâb,   Allah Teâlâ'ya ve Resulüne muhalefet tve  düşmanlık)   etmeleri sebebiyledir.  Kim Allah Teâlâ'mn emir­lerine muhalefet ederse, şübhe yok ki, Allah Teâlâ'mn ikaabı şedîdtir. ) [5]

 

5 (Hurma ağaçlarından ne ki kestiniz veya ne ki kesmeyip de kökleri üzerinde bıraktmızsa hepsi Allah Teâlâ'mn İzniyledir. Bu izin de, o fâsıkları rüsvây etmek içindir.)

Rivayete göre; Peygamber (S.A.V.) Beni Nadîr'in hurmalarını kesme emri verince Yahudiler: «Yâ Muhammedi Sen yeryüzünde fesâd çıkarmayı yasak ederdin. Şimdi ise, hurma ağaçlarım ken­din kesip yakıyorsun.»  demişler. Âyet-i kerîme bu sebeble inmiş.

Bu gösterir ki; kâfirlerin binalarını yıkmak, ağaçlarını kesmek cif izdir. Tâ ki, bu suretle gayzları arttırılmış olsun. [6]

 

6 (Allah Teâlâ'mn onların mallarından Peygamberine ver­diği fey için, siz ne at oynattınız ve ne deve sürdünüz. Fakat Al­lah Teâlâ, Peygamberlerini dilediği kimselerin üzerine musallat kılar. Alîah-ü azîmüşşân, her şeye Kaadir'dir.)

Fey: Harpsiz, meşakkatsiz elde edilen maldır. Harble alınan mallara  «ganimet» denir.

Allah Teâlâ, bu âyet-i kerîme ile, Benî Nadr'dan elde edilen malları tamamen Resûlüllah sallallahü aleyhi ve selleme tahsis buyurmuştu. [7]

 

7 (Allah Teâlâ'mn diğer (fetholunan) memleketler ahâlîshv den Resulüne verdiği fey de: Allah ve Peygamberine, hısımlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış kimselere âiddir. Tâ ki o, (fakirlerin hakkı olan) fey, içinizden zenginler arasında elden ele dolaşmasın.)

Ulemâdan ba'züarı fey'in beşe taksim edileceğini söylemişler­dir. Onlara göre, Allah'ın zikri ta'zîm içindir. Resûlüllah (S.A.V.)' m sehmi, bir kavle göre, askere ve hudud binalarına sarf edilir. Fey'in beşte biri, ganimetin beşte biri gibi taksim olunur. Bir ta­kımları-, Allah'ın seliminin Kâ'be ve şâir mescidlerin ta'mîrine sarf

olunur.

Peygamber size her ne verdiyse, onu alın! Ve nehyettiğin-den içtinâbedin! Allah'dan korkun (Resulüne muhalefetten sakı­nın ki, O'na muhalefet edene)  Allah Teâlâ'mn ikaabı şedîddir. [8]

 

8 (O   (fey)   yurdlanndan ve mallarından çıkarılan  muhaci­rinin fakirleri içindir ki, onlar ancak Allah Teâlâ'nın fazl ve rızâ­sını aramışlar, Allah Teâlâ'ya ve Resulüne  (nefisleri ve mallariy-le)   yardım etmişlerdi. İşte onlar, îmânlarında sâdık olanlardır.) [9]

 

9 (Onlardan önce (Medine'yi) yurd ve îmân evi edinen kim­seler, CEnsâr)  kendilerine hicret edenleri severler. Muhacirine ve­rilen şeylere karşı kalblerinde hased ve gıpta duymazlar. Kendi­lerinin muhtâc oldukları şeyi dahî onlara tercih eylerler. Kim ken­disini  (mal)  hırsından  (kıskançlıktan)  ve hasislikten korursa, işte onlar felah ve necat bulanlardır.)

Benî Nadr'm malları Resûl-ü Ekrem'e kalmıştı. Elli zırh, elli demir tas, üçyüzkırk kılıç alınmıştı.

Ensâr, Muhâcirîn'in geçimlerini üzerlerine almış ve onları ken­di mallarına bayağı ortak etmişlerdi. Ne de olsa, bu Ensâr için bü­yüktü.

Resûl-ü Ekrem, bu yükü tahfif etmek için, Beni Nadr'dan alı­nan ganimetleri yalnız Muhacirine taksim etmek istedi. Ve Ensâra:

«Eğer isterseniz eskisi gibi Muhacirini mallarınıza hissedar et­mek üzere bu ganimetleri hepinize taksim edeyim. Yâhûd kendi mallarınız münhasıran sizin olmak üzere, bunları yalnız Muhaci­rine vereyim.» buyurdu.

Ensâr-ı kiram ise- «Yâ Resûlallah! Bunları Muhacirine taksîm buyurunuz. Bizim mallarımızdan da, istediğiniz kadarını alıp on­lara veriniz.» dediler.

O vakit Ebû Bekrisıddik (R.A.) kalktı. Ensâr-ı kirama alenen teşekkür e'tti. Ensârı nıedh-ü sena eden bu âyet-i kerimede, bu es­nada  nâzîl  oldu.

Binnetîce ganimetler, Resûlüllah'm arzu buyurdukları gibi, yalnız Muhacirine taksim olundu. Ancak Benî Nadr'm ileri gelen­lerinden İbn-ı Hakik'm meşhur kılıcı. Sa'd ibn-i Muâz (R.A.) Haz­retlerine ihsan buyuruldu. Ve yine Ensâr'dan iki kişiye fakr ve ih­tiyâç içinde bulunduklarından birer mikdâr hisse ayrıldı. [10]

 

10 (Bunlardan sonra gelenler (Tabiîn ve bütün mü'minler) de: «Ey Rabbimiz! Bizleri ve bizden önce îmân eden Dîn kardeşle­rimizi mağfiret buyur. Kalblerimizde mü'minlere karşı kin ve ha­sed bırakma. Ey Rabbimiz! Şübhe yok ki, Sen Rauf'sun, Rahim'-sin.» derler. ) [11]

 

11 (Şu  münafıkları  görmedin  mi?  Ehli  Kitabtan  küfreden kardeşlerine: «Yemîn ederiz ki, şâyed siz, diyarınızdan çıkarılırsa-nız, biz de muhakkak  sizinle  birlikte  çıkarız.  Aleyhinizde  kimse­ye (ne Muhammed ve ne Müslümanlara) ebedîyyen itaat etmeyiz. Ve eğer sizinle harb olunursa, mutlaka yardım ederiz.» derler. Al­lah Teâlâ,   şehâdet   eder ki, o münafıklar      gerçekten   yalancıdır­lar.) [12]

 

12 (Celâlim hakkı için, şâyed çıkarüirlarsa  (bu münafıklar) onlarla birlikte çıkmazlar. Va kıtal olunsalar yardım da etmezler. Yardım etseler de mutlak  (münhezînıen)  dönerler. Sonra da ken­dileri yardım görmezler.) [13]

 

13 (Onların kalblerinde sizden korkulan, Allah Teâlâ'ya olan korkularından daha şiddetlidir. Bu setaeble ki: (Allah'ın aza­metini, ilim ve kudretinin genişliğini, ikaabmın şiddetini bilmezler) anlamazlar. ) [14]

 

14 (Onlar   (Yahudiler  ve  münafıklar)   toplu  olarak  sizinle mukâtele  edemezler.  Meğer ki müstahkem  mevkilerde  veya du­varlar arkasında bulunsunlar. Kendi aralarındaki kıtalleri ise şid­detlidir.  (Fakat sizinle cenge takatleri yoktur. Zira Allah Teâlâ vs Resûliyle eenk eden şeci' ise, korkak; aziz ise, zelil olur). Sen, on­ları toplu sanırsın. Halbuki kalbleri dağınık, perişandır. Şu sebeb-le ki:  (Haklarında elverişli olan şeyi)  akıl etmezler.) [15]

 

15 (Onların hâli, kendilerinden az önce  geçenler   (Bedir'de-kiler veya Benî Kaynuka') gibidir ki, jettikleri küfür ve ısyânm kö­tü akıbetini  (dünyâda)  tattılar.   (Âhirette de)   onlar için elîm bir azâb vardır.) [16]

 

16 (Yahudileri kıtale teşvik eden münafıkların) hâli de Şeytan'm hâli gibidir. Hani, insanı «küfret» diye teşvik etmiş, ayartmiş da, kâfir olunca (azâb müşareketinden kurtulmak ümi­diyle) «Ben, senden teberrî ettim. Ben, Rabbü'âlenım olan Allah Teâlâ'dan korkarım.»  demişti.

Ba'zılarma göre; küfreden insandan murâd Ebû Cehil'dir. Be­dir harbinde İblis ona: «Bugün, size kimse galebe çaîamaz. Çünkü yardımcınız benim.» demiş. Fakat Cebrail Aleyhisselâm'ı, Resûlül-lah (S.A.V.) ile birlikde görünce ondan korkup küffârdan ayrıl­mış; ve kâfirler bozguna uğramışlar.

«İnsandan murâdî Râhib Bersîsâ'dır.» diyenler de vardır. Bersîsâ'ya oltunmak için deli bir kadın getirmişler. îblîs'in vesvesesi ile Bersîsâ, ona zina etmiş. Gebeliği meydana çıkınca yine İbÜs'in vesvesesi ile kadını öldürüp defnetmiş. İblîs, bu sefer macerayı kadının ailesine haber vermiş. Mes'ele anlaşılıp Bersîsâ'nm asıl­masına karar verilince İblis, ona gelip: «Bana secde edersen, seni kurtarırım.» demiş.

Bersîsâ, ona secde edip kâfir olunca İblîs, «Ben, Allah'dan kokarım,»  diyerek ortadan kaybolmuş.   [17]                                         

 

17 (Artık ikisinin de akıbeti, ebediyyen  ateşte kalmak olmuştu. İşte, (küfür ve nifakla nefislerine)  zulmedenlerin cezsı budur.) [18]

 

18 (Ey îmân edenler, Allah Teâlâ'dan korkun. Her nefis, ya­rın (Kıyamet Günü) için Allah Teâlâ'ya ne takdim etmiş olduğuna baksın. Allah Teâlâ'dan korkun ki, Allah Teâlâ, bütün yaptıkları­nızdan haberdârdır.) [19]

 

19 (Allah Teâlâ'nm hakkım unutanlar gibi olmayın!  Allah da onlara nefislerini unutturdu. (Kendilerine fayda verecek şeyleri işitmez, onları halâs edecek hayır ve hasenatı düşünmez, azâbdan koruyacak amelleri işlemez oldular.) Onlar fâsık olanların tâ ken­dileridir. ) [20]

 

20 ( Cehennemlik olanlarla Cennetlik olanlar   Cindallah)   bir olmaz. Ancak Cennetliklerdir ki murâdlarma erenlerdir. ) [21]

 

21 (Şâyed Biz,  bu Kur'ân'ı   (dağda iehim,  idrâk ve  temyiz halk edip de)  bir dağ üzerine inzal etseydik, Allah Teâlâ'nın kor­kusundan o dağı, alçaklanmış, dağılıp parça parça olmuş görür­dün. Biz, bu  misâlleri, insanlara,  olur  ki  düşünürler,  diye  îrâd ediyoruz. ) [22]

 

22 (O Allah Teâlâ ki, kendinden başka nıa'bûd bilhak yok­tur. Ulûhiyyette müşâriki  yoktur.  (Varı,  yoğu)   gizli,  aşikâr  her şeyi O, bilir. Rahman ve Rahîm Odur. ) [23]

 

23 ( O Allah Teâlâ ki, ma'bûdiyyette  şeriki yoktur.  Hiçbir şeyden mülkü zayi' olmaz. Noksanı mûcib her şeyden münezzeh ve nezâhette beliğdir. Her noksan ve âfetten, ayıb ve halelden sa­limdir. Evliyasını, mü'minleri    azabından emîn edicidir. Her şeye Rakîb ve Hâfız'dır.  Hükmünde     gaalihdir.  İrâde  ettiği  şey  üzere halkı cebir ve hâllerini ıslâh eder. Kibriya ve azamete ancak, O müstehaktır.  Allah-ü  azîmüşşân,     müşriklerin  işrâklerinden  mü­nezzehtir. ) [24]

 

24 (O Allah Teâlâ ki, meşîyyeti üzere eşyayı takdir ve halk eder a'yâni ademden vücûda getirir. Halkın ba'zısını ba'zısmdan muhtelif şekillerle temyiz eder. Mahlûkâtın her birine bir suret verir. Birbirinden mümtaz kılar. En güzel isimler (Esmâ'ül Hüsnâ)

O nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nu teşbih ve ten­zih eder.. Ve O, (mülkünde) Aziz (ve Gaalib, emîr ve fiilinde) Hakîm'dir.  Bir hadîs-i şerifde:                                    

«Kim sabahleyin üç defa «Eûzü billâhissenıiy' ıl'aliymi mitıeş-şeytânirracîm» dedikten sonra Haşr Sûresinin son üç âyetini okur­sa; Allah Teâlâ, ona yetmiş bin Melek tevkil eder. Akşama değin onun için istiğfar ederler. O kimse o gün ölürse şehid olarak ölür. Akşama çıktığı zaman okursa, yine öyle olur.» buyurulmuştur. (îmâm Ahmed, Tirmizi, Beyheki, Ma'kıl bin Yesâr). [25]

 



[1] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/294.

[2] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/294-295.

[3] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/295.

[4] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/295-296.

[5] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/296.

[6] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/296.

[7] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/296.

[8] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/297.

[9] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/298.

[10] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/298.

[11] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/299.

[12] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/299.

[13] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/299.

[14] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/300.

[15] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/300.

[16] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/300.

[17] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/300-301.

[18] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/301.

[19] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/301.

[20] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/302.

[21] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/302.

[22] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/302.

[23] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/302.

[24] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/302.

[25] Ahmed Davudoğlu, Kur’an-ı Kerim Meâli Ve Tefsiri Tibyân Tefsîri, Akpınar Yayınları: 4/302-303.