Çünkü kendi hayatı karanlık.
Adını vermeyeyim ama çevresi kendisine bir isim takmış “Amerikalı Müzevir.” Kimin başına bir aksilik gelse, dönüp bir bakıyorlar: "Yine o mu acaba?"
Kimse emin olamıyor… çünkü her kötülüğün ardından çıkan gölge hep aynı boyda.
Sosyal medya denen podyumda, hiç gazetecilik yapmamış ama kendini “haber kraliçesi” zannediyor. Sanırsın Washington Post'u o kurdu, New York Times’ın logosunu o çizdi.
Elindeki klavyeyle FBI’ı geçer, insanları karalamakta CIA’ye taş çıkartır.
Tanıdığı herkesi fişlemiş sanki. Biriyle tanışsa, ilk 10 dakikada onun hakkında 20 yalan üretip üçüncü kişilere servis eder.
Müzevirlik artık huy değil; ruhunun yapı taşı.
İflas etmiş bir dostluk borsasında, batık bir hisse gibi dolaşıyor aramızda.
Sonra da dramatik replik:
"Ben neden sevilmiyorum?"
Canım, sevgi alışveriş işidir, sen sadece tahsilât peşindesin.
En tuhafı, bu kadar enerjiyi nereden bulduğu.
Hayatında bir kuşa bile iyilik yapmamış ama herkese çamur atacak kadar dinç.
Menfaat bitti mi? “Lüpenleşme” başlar.
Dün birlikte yemek yediğin kişi, ertesi gün seni FBI'a ihbar edecek kıvama gelir.
Bu da bir yetenek, inkâr etmeyelim.
Türkler eskiden Amerika’da birbirine sahip çıkardı.
Şimdi? Her mahallenin bir "mini müzeviri" var.
Yani “sokak lambası gibi” herkesin üstünü aydınlatıyor ama kendi direk karanlık.
Eskiler iyi bilir. O geldi mi, bir ürperme…
Çünkü kimsenin kötülük listesi onun haberi olmadan yazılmaz.
Toplum olarak bu karakterleri ifşa etmeden iyileşmemiz zor.
Dışlamak değil; deşifre etmek gerek.
Lüpen’i teşhis ettin mi, zararsız hale gelir.
Yoksa hep aynı replik dönüp durur:
"Bu kadar fesadı tek bedene nasıl sığdırıyor, hâlâ anlamıyorum..."
Yorumlar
Kalan Karakter: