Ana haber programını sunarken “Kim bunun sorumlusu? Kader mi, tabiat mı? Hayır, bunun sorumlusu mühendisidir, onay verendir, kimse kıvırmasın” diyen Dilara Gönder, Show TV’den istifa etmek zorunda kaldı ama vicdanlı gazetecilik örneği verdi. Aynı şekilde NTV’de Seda Öğretir’in, uzman konuğuna “Ne yani mukadderat mı diyeceğiz? Olmaz böyle şey” itirazı da habercinin haklı isyanını yansıtıyordu. Gazetecilerin insan yaşamını öncelemesine dair değerli örnekler de gördük. VOA’dan Mahmut Bozarslan’ın kamerasını, enkazın altına bakabilmeleri için kurtarma görevlilerine vermesi, bir muhabirin elindeki sandviçi depremzedeye vermesi böyle örneklerdi. Başka bir örnek de Habertürk’ten M. Akif Ersoy’un Hatay’da kurtarma çalışmalarında aydınlatma olmadığını göstermek için canlı yayında spotları kapattırmasıydı.
Velhasıl deprem bölgesinde görev yapan bütün meslektaşlarımız canla başla çalıştılar; kimi zaman sağ kalanlara ulaşılmasını aktarıp onlarla birlikte gözyaşı döktüler, kimi zaman da eksiklerin giderilmesini sağlamak için türlü zorlukları göze aldılar. Orada gecesini gündüzüne katan, ruhunu satırlara, sözcüklere döken tüm gazeteci arkadaşları içtenlikle kutluyorum.
Ne yazık ki, bu depremde yaşamını yitirenler meslektaşlarımız da oldu. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği, Türkiye Gazeteciler Federasyonu ile Küresel Gazeteciler Konseyi’nin de katkısıyla toparlayabildiğim kadarıyla bu depremde gazeteci, medya sahibi, programcı ve yazar olmak üzere medya dünyasından tam 23 meslektaşımız yaşamını yitirdi:
Ayşe Figen Arlı (İskenderun Ses), Aziz Çevlik (Manşet / K. Maraş), Burak Alkuş (Adıyaman Ses), Burak Milli (AA / Hatay), Gökhan Aklan (İHA / Hatay), Hidayet Özdemir (Gazeteci -Yazar/Adıyaman), İskender Korkut (Mercan TV/Adıyaman), İzzet Nazlı (DHA/Hatay), Kemal Öner (Adıyaman Telgraf), Meltem Özgen (TV sunucu/Adana), Muhammed Akan (Adıyaman Haber), Mustafa Yüzbaşıoğlu (Bugün / K. Maraş), Neşet Alkan (Haber Ekspres/Hatay), Ruhi Akan (Jet Haber/Adıyaman), Yunus Emre Doğan (Mercan TV/Adıyaman), Zübeyir Pektaş (Halkın Sesi / Adıyaman), Fatih Bayın (Radyo Tek / Adıyaman), Fatih Nalbantbaşı (Maraş Medya Merkezi), Erhan Yılmaz (23 Temmuz / Hatay), Hasan Seid OKAY (Antakya Gazeteciler Cemiyeti Üyesi / eski gazeteci), Mehmet Tekin (Antakya Gazeteciler Cemiyeti’nin de kurucu üyesi/yazar), Haluk Arlı (Eski gazeteci/ Hatay), İsmail Hakkı Koçak (Mercan TV/ Adıyaman)
Ayrıca TGC İskenderun Temsilcisi Akın Bodur da enkaz altından yaralı olarak kurtarıldı, halen hastanede tedavi görüyor. Umarım tez zamanda sağlığına kavuşur.
“Kamera bacaklarımı çekse titrediğimi görürsünüz”
Muhabir, canlı yayında depremzedelerin soğukla mücadelesini anlatıyordu. Bir an duraksadı, sonra “Kamera bacaklarımı çekse, benim de titrediğimi görürsünüz” dedi hüzünlü bir sesle.
Başka bir yayında deprem bölgesine giderken Konya yakınlarındaki tipide mahsur kalan bir muhabir, elindeki mikrofonu zor tutuyor, konuşurken dudakları titriyordu. Üzerinde incecik bir kaban ve altında kot pantolon vardı.
Deprem bölgesinden haber aktarmak için çırpınıyorlardı ama gerektiği gibi hazırlanmadan, koşullara uygun donanımları olmadan yola çıkmışlardı. Depremzedeler gibi onlar da dondurucu soğuğun yanı sıra yatacak güvenli yer ve gıda sorunuyla baş başaydı. Çok azının kurumları lojistik destek verebiliyordu. İlk ders bu olsun; felaket bölgesine hazırlıklı gitmek!
Sahadaki gazetecilerin tek sorunu donanım da değildi. Gözlemlerini sansürlemeden yansıtan gazeteciler provokasyon suçlamalarıyla, baskılarla karşılaştılar. OHAL ilan edildikten sonra müdahaleler daha da arttı; Basın Kartı ya da valilikten akreditasyonu olmayan gazetecilerin çalışmaları engellendi; saldırıya uğrayanlar, soruşturma açılanlar, gözaltına alınanlar oldu.
En ilginci de Diyarbakır’da gözaltına alınan gazeteci Mehmet Güleş’e emniyette yöneltilen soruydu; “Enkaz alanında bulunma sebebiniz nedir? M. Nuri Güzel isimli şahıs size vermiş olduğu röportajda ‘Burada AFAD yok, UMKE yok. Halkımız yalnız bırakıldı’ sözünü söyledi mi?” Sanki bu cümleleri dile getirmek ve bunu haber yapmak suçmuş gibi…
Erdoğan iktidarı, böylesine büyük ulusal felaket karşısında bile bildiğimiz gibi davranmaktan vazgeçmedi. Toplumu bilgilendirmek yerine yine sosyal medyayı dert edindi kendisine. Fahrettin Altun, Elon Musk’ı da etiketleyerek “Twitter’dan sorumlu tutum bekliyoruz” yazıp “Dezenformasyonu bize bildirin” çağrısı yaparken RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin de TV’leri tehdit etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “defter tuttuğunu” söyleyerek parmak salladı.
Aslında bu tutum tam da “Kenan Evren sendromu”. O da üç beş kişinin yaydığı söylentiyi mitinglerde höykürür, yaptıklarının üzerini örtmeye çalışırdı. Bugün iktidarın sadık sözcüleri de Evren gibi gerçeğin öğrenilmesini ve eleştirilerin dile getirilmesini önlemek istiyorlar. Bu yüzden birkaç yalan yanlış paylaşımı gerekçe gösterip Twitter’ı kesintiye uğrattılar; mağdurların o mecradan yardımlaşmasını ve imdat çığlıklarını duyurmasını engellemeyi dahi göze alabildiler.