Dünyanın bu şekilde karışacağı kimsenin aklından geçmemiş miydi?
Ya da aslında, birileri zaten böyle bir durumu öngörebilmiş miydi?
Market alışverişi için bir binaya girerken size şüpheyle bakış atan -virüs taşıyor olabilirsiniz- insanlar koridordan koridora doğru hızla ilerliyor. Bakınca görülen bir şey de değil oysa bu virüs! Ama olsun, o bakış mutlaka atılmalı! Bir an önce işlerini bitirip çıkıp gitme telaşı var üzerinde herkesin. Arabalarına binip derin bir “ohh” çekecekleri anı sabırsızlıkla bekliyorlar çünkü. Orası güvenli bölge!
Yerlere yön belirleyen oklar bantlandı. İki kişinin arasındaki mesafeyi belirleyen çizgiler çekildi. “Buradan gireceksiniz, şuradan çıkacaksınız” uyarıları asıldı sağa sola. “Maskesiz girilmez!” işareti cam kapıya yapıştırıldı. Tüm bunlara hazırlıklı değilseniz, zaten alışveriş yapmanız olası değil.
Herkes bir an önce eve dönmek istiyor. Elbette tek güvenli sosyal mesafe, tam bir izolasyon orada var. En azından virüslü olmadıklarını biliyorsunuz evinizi paylaştığınız insanların. Ama ya bilmiyorsanız! Sonuçta herkesin gün boyu gitmesi gereken yerler var. Bu yerlerde başka insanlar var. O insanların virüslü olmadığı ne malum! Paranoyakça yani. Çünkü sonu yok bunun. Bir bakıyorsunuz cinnet noktasına gelmişsiniz. Hemen kendinizi toparlayıp, “olacaksa olur zaten!” şeklinde kendinizi rahatlatmaya, derin derin nefes alıp vermeye çalışıyorsunuz. Sadece birkaç dakika işe yarıyor. Sonra kaygılarınız hızla geri geliyor. Şaşkınsınız tabii! Bu durumu çok kereler filmlerde izlemiştiniz. Nereden geldiği bilinmeyen bir virüs ortaya çıkıp insanlığı tehdit ediyor. İyi de, o bir filmdi. Yani siz, bir filmin içine düşmüş olabilir misiniz? Yok artık! Bu senaryodan hoşlanmadığınız kesin. Çünkü içinde bulunduğunuz durum gerçeğin ta kendisi.
İstatistikleri biliyorsunuz. Her gün medyadan takip ediyorsunuz ölüm oranını. Maskelerin işe yaramaz olduğunu söyleyenleri duyuyorsunuz, ama “kural kuraldır!” düsturuna uyarak maskeyi takıyorsunuz sizi boğsa da, terletse de, rahatsız etse de... Hem daha dün, insanların % 72’sinin artık maske kurallarını ihlal edenlerin hapis cezasını desteklediğini öğrendiniz. Cezanın en güçlü caydırıcı olduğunu tabii ki biliyorsunuz. Hem de uzun zamandır… Cezalar olmasa insanların neler yapabileceğinden çok eminsiniz. Cezalar olmasına rağmen neler yaptıklarını da iyi biliyorsunuz üstelik. Bir de, aslında siz, kuralları hiçe sayanlar arasında yer almak istemiyorsunuz. Maske takanların, maske takmayanlara nasıl da küçümseyerek baktığını kaç kere gördünüz. Yok, siz öyle kötü kötü bakmış olamazsınız! Hiç bakmadınız! Baktınız mı yoksa? Belki bakmışsınızdır. Ama yanlışlıkla!
Genel anlamda, insanların tercihlerine saygı duymanın önemli olduğuna inanıyorsunuz. Ama bu konuda da tereddütleriniz var artık, çünkü bu durum kişinin sadece kendisiyle ilgili değil. Haklarına saygı duyduğunuz insan, sizin sağlığınızı tehlikeye atıyor olabilir sonuçta. Bu da önemli ve hassas bir nokta sizin için. Öyle sıradan bir hastalık da değil ki şimdi şu bahsettiğimiz. Bir iki ilaçla, biraz dinlenmeyle atlatabileceğinizden emin değilsiniz. Ölüm kalım meselesi… Yani maske takmayarak sadece kendisini tehlikeye atma konusu olsa durum, belki hâlâ kişisel tercihlerden dem vurmaya başlayacaksınız. Yok, şimdi bu kadar hoşgörülü olamayacağınıza karar veriyorsunuz. Hayatınızı bir virüsün ellerine bile bile teslim edemezsiniz. En azından mümkün olduğunca kendinizi korumaya çalışmalısınız. Ama nasıl? İşte bu nokta biraz karmaşık! Soğuk Savaş döneminde insanlar yeraltı barınakları inşa etmişti. Böyle bir işe mi girişseniz acaba?
Düşünüyorsunuz! Teknoloji ve Bilim Çağı’nda yaşadığınız aklınıza geliyor birden. “Bu çağda çözümler hızla üretilir” diye biliyorsunuz, ama içinizi kemiren şu “ya öyle olmazsa” ihtimali her şeyi mahvediyor. Bu duygu ve düşünce karmaşasından kurtulmak için “en iyisi uyumak” diyerek uykuya sığınıyorsunuz. Belki uyandığınızda her şeyin sadece bir kâbus olduğunu göreceksiniz. Ve sonunda uyanabildiğiniz için sevineceksiniz.
Şimdi üçe kadar sayacağım. Ben, “üç” dediğimde uyanacaksınız: Bir, iki, üç!
Hadi uyanın!