Yolunu belgeselin gittiği kadar yol ilan eden, iki belgeselinde de doğanın nabzını tutan ve insanın doğaya yaptığı güzellik ve kötülükleri aynı anda anlatmayı tercih eden Yavuz Pullukçu ile konuştuk. Belgesel yolculuğunun devam edeceğini söyleyen Pullukçu’ya başarılar…Öteki Sinema için söyleşen: Banu BozdemirSelam, öncelikle kısa filmin belgesel yönünü neden tercih etiğini öğrenebilir miyiz?Selamlar, hayatın gerçeklerini olabildiğince doğal göstermeyi seviyorum. Aynı zamanda gözlem yapmayı, yeni yerler, yeni insanlar tanımayı ve onların hayatlarını ekrana taşımayı çok seviyorum. Her yeni belgesel aslında bana da yeni bir şeyler öğretiyor. Hiç bilmediğiniz coğrafyalarda hiç bilmediğiniz insanlarla buluşma şansı veriyor. Aniden belgeselin içinde kendinizi buluyorsunuz. İnsanların sorunlarını paylaştıkça, onlar için yararlı olma gereksinimi duyuyorum. Biraz da olsa farkındalık yaratabiliyorsam mutlu oluyorum. İnsan ve doğa hikayelerine dokunmak bana mutluluk veriyor. Bir diğer yandan da belgesel sinemanın, sosyolojik bir araç olarak günümüz dünyasını daha anlaşır hale getirdiğine inanıyorum. Kamera sokakta, insanların içinde, sanki onlardan biriymiş gibi gezinebilmeli. Gerçek oyuncu ve gerçek sahnelerden oluştuğu için belgesel filmleri çekmeyi kendime daha yakın hissettim.Son iki belgeselinde de sürelerde 20 dakikayı geçmemeye özen göstermişsin, bunu teknik zorunluluktan mı yaptın, yoksa gerçekten de kafandaki elindeki malzeme yeterli miydi?Belirli bir problemi ne kadar kısa bir sürede izleyiciye doğru bir şekilde aktarabilirsek o kadar çok başarılı olduğuma inanırım. Sorun zaten belli, uzun uzun anlatmaktansa, en etkili yerleri seçip, vermek istediğim mesajı kısa bir sürede anlatmayı tercih ediyorum. Çektiğim son iki belgeselimde de sorunlar ortadaydı ve insanların aklında kalması gereken yerleri seçip filmi uzatmadan hedefime ulaşmaya çalıştım. Teknik açıdan elimde çok görüntü ve malzeme vardı fakat tekrara düşüp seyirciyi konu dışına çıkartıp filmden kopartmak istemedim. Benim kafamda düşündüğüm süreyi bile aştılar aslında.İki belgeselinde de konunun aktarımı görsel olarak çok güzel, uğraşılmış. Belgeselde ayrıca görüntünün de iyi olması bir artı değer sanırım…Görüntüleri birer fotoğraf karesi gibi seçmeye özen gösteriyorum. Estetik olarak güzel olan görüntüleri değerlendirip konuyla bağdaşlaştırıyorum. Konu iyiyse, bir de görüntülerinizle zenginlik katabildiyseniz izleyiciyi filmin içine daha iyi çekebildiğinize inanıyorum. Bu yüzden de elimden geldiğince her açıyı özenle seçiyorum. Her karenin içinde ayrı birer anlam olduğu ve kendisinden sonra gelen her kareyi de beslemesi gerektiğine inanıyorum. Bütününe baktığımızda da tüm kareler birleştiğinde aynı amaca hizmet ettiğini görmeliyiz. Yapbozun birer parçası ve bu yapboz parçalarının da olabildiğince güzel olması izleyenler için artı değer katıyor.Su Bedevileri hem çok güzel, hem birçok konuya parmak basan hem de zorlu koşullarda çekildiği belli olan bir belgesel… Seni oralara götüren neydi, neden o hikaye ilgini çekti?Irak’taki bir doğaseverler derneğinden bir yetkili bize ulaştı ve sorunlarını anlattı. Konuyu ilk duyduğumda kesinlikle oraya gitmeli ve o insanlara yardım etmeliyiz diye düşündük. Ömer Güneş arkadaşımla bu konuyu araştırmak üzere yola koyulduk. Irak ismini duyduğumuzda ikimiz de biraz çekindik açıkçası. Ama biraz deli cesaretiyle de bu belgeseli çekmeye karar verdik. Irak’taki yetkililer ile yazışmalara devam ettik ve onlardan gerekli tüm belgeleri aldık. Ama bizi bekleyen bazı problemlerden haberdar değildik. Belgeselin çekim sürecinden biraz bahsetmek istiyorum. Belgeselimizin kamera arkası da belgesel gibiydi. Gerekli ekipmanları topladık ve üç arkadaş çekimlere gitmek için Diyarbakır’da buluştuk. Planımız otobüs ile Irak’a gitmekti. Otobüs ile çıktık yola. Irak’taki durumun ciddiyetini Habur sınır kapısına varınca anladık. Düşündüğümüz gibi Irak tek parça değil, ikiye bölünmüş vaziyetteymiş ve bizim çekim yapacağımız bölge de Irak’ın güneyinde bulunuyormuş. Bu bölgeye kara yolu ile sınır kapatılmış. Biz bir çaresini buluruz umuduyla Erbil’e oradan da Süleymaniye’ye geçtik fakat güneye inmemizin imkanı yoktu. Ömer ile ikimiz Arapça bilmediğimiz için de Irak’taki olayın ciddiyetine çok varamadık. Yanımızda getirdiğimiz üçüncü arkadaş bize tercüme ediyordu fakat biz olaya çok hakim olamadan Diyarbakır’a geri döndük. Bu arada güneye geçmenin tek yolunun İstanbul’dan Basra’ya havayolu ile gidip oradan çekim yapacağımız yere karayolu ile devam etmek olduğunu öğrendik. Fakat bu bizim için biraz tehlikeliydi çünkü Irak’ta her bölge farklı örgütler tarafından yönetiliyordu. Hangi bölgede kimlerle karşılaşacağımız bilmiyorduk. Arapça tercüman arkadaşımız bizimle gelmeyi kabul etmedi ve Ömer ile ikimiz baş başa kaldık. Bir yola çıktığımızı ve geri dönüşün olmadığına karar verdik ve İstanbul’dan Basra’ya uçtuk. Sıfır Arapçamızla şansımız yaver gitti ve uzun bir yolculuktan sonra Su Bedevilerinin yanına varabildik. Bizimle iletişime geçen doğasever derneğinden yetkilinin yardımıyla da belgesel çekmeye başladık ve çekimler devam ettikçe onların içine girmeyi başardık. Karadan 45 dakika uzaklıktaki, suyun üzerinde yaşayan bir kabileyle iki haftamızı geçirdik ve hayatımda unutamayacağım deneyimler yaşadım. İşte bu yüzden de belgesel çekmeyi çok seviyorum.
Kitap
04 Kasım 2017 - 21:47
Yönetmen Yavuz Pullukçu Sohbeti Charlotte'de
Ödüllü yönetmen Yavuz Pullukçu, 100 Words Film Festivaline katılmak üzere Charlotte'ye geliyor. İki belgeselini göstermeyi ve sonrasında soru/cevap yapacak olan Pullukçu 6040 Woodleigh Oaks Drive Charlotte NC 28226 adresinde. Saat 16:30'a kadar devam edecek sohbet toplansına ATA-NC Charlotte üyeleri ve 12 yaş altı çocuklar ücretsiz. Diğer katılımcılara 10 dolar.
Kitap
04 Kasım 2017 - 21:47