Amerika'ya ilk gittiğim senelerde, bundan 15 - 20 yıl önce arkadaş grubumuzdaki bilgisayar mühendisi bir arkadaşımız İstanbul'a tatile gidip geldikten sonra büyük bir üzüntüyle şöyle bir serzenişte bulunmuştu: "Esra ünlü bir gece klübünde eğlenmeye gitmek istedim ama tipime, kılık kıyafetime bakıp, ambiyansa uymadığım gerekçesi ile beni içeri almadılar. Yani açıkcası ben kendi ülkemde, kendi paramla istediğim gibi eğlenemedim. Lanet olsun. Bir daha da Türkiye'ye geri dönmem."
Ve dönmedi. Şimdi bir Amerikalı ile evli ve iki çocuğu var. Ama yaz tatillerinde ailesini görmek ve tatil yapmak için gidiyorlar tabiki. Kıyafetinin uygun olduğunu söyledi. Zaten kıyafet veya "dress code" nedeniyle dememişler. Ambiyansa uygun olmadığını söylemişler. Bu ambiyans kelimesi de çok geniş kapsamlı, kestirmek çok güç.
Damlı - damsız konusuna biraz sonra değineceğim. Ama bundan ziyade Türkiye'de başka bir problem var o da dış görünüşe çok önem verilmesi. Önce sizi kıyafetinize bir bakıp süzer ve ait olduğunuz toplumsal tabakayı kestirmeye çalışırlar. Üzerinizdeki sıradan bir ev veya spor bir kıyafet de olsa, gece kıyafeti de olsa, iş kıyafeti de olsa bu böyledir.
Evet İngilizce'de de "Dress for success" yani "Başarı için giyin" diye bir tabir var ki insanları, karşılarındakini etkileyip, iyi bir izlenim yaratmak için güzel ve etkileyici giyinmeye teşvik ediyor.
Ancak bu söz daha çok iş hayatında kullanılır Amerika'da. Özel hayatta, özellikle de eğlenileceği zaman kullanıldığına pek şahit olmadım.
Bizde ise hangi mekana gidersen git, hangi amaçla insanlarla iletişime girersen gir, kılık kıyafetine dikkat etmek zorundasın. Sonra hemen damgalanırsın.
Basında da, kılık kıyafetleri ortama uymadığı için bazı lüks mekanlara alınmayan ünlülerin haberleri var. Aslında problem kıyafette mi acaba? O kıyafetlerle Amerika'da istedikleri her mekana girerbilirler, üyelik şartı olmadığı takdirde. Bunun tam tersi de olabilir: Sadece kılık kıyafeti uygun diye içeri alınır ama aslında oranın müdavimlerinin ait olduğu yüksek tabakadan değildir. Olabilir. Üyelik şartı yoksa, isteyen istediği yerde eğlenir. Yanlış olan ayırımcılık yapılması. Yani kimi ne zaman, neden ve neye göre içeri almadıklarının bir kıstası yok. Hatırı sayılır bir müşteri ise kıyafetinin sorun olacağını sanmıyorum. (Basında bu konuda çıkan haberlerle ilgili hazırladığım bir listeyi makalenin sonunda bulabilirsiniz.)
Benim de başıma geldi bir iki kere. Öyle rastgele girmeme izin vermediler, randevumun olup olmadığını sorup zorluk çıkardılar. İster istemez büyük bir hayalkırıklığı yaşıyorsunuz ve çok sinirleniyorsunuz. Hani Danimarka'da olsa takmazsınız ama kendi doğup büyüdüğünüz ülkede olunca takıyorsunuz haliyle.
Şimdi diyeceksiniz ki belki de randevusuz girilmiyordur. Hayır randevusuz girildiğini arkadaşlarımdan biliyorum. Bir de şöyle düşünün: Prens Charles'ın o mekana yolu düşse, randevusu yok deyip almayacaklar mı? Hatta "kusura bakmayın siz üye değilsiniz" mi diyecekler. Cevabınızı duyuyorum. Demekki neymiş: Bütün kurallar insanına göre değiştirilebilirmiş!!!
Ben nerdeyse 50 eyalet gezdim Amerika'da. Birçok mekana girdim. Eğer üyelik gerektirmeyen bir mekansa ve rezervasyon şartı yoksa asla ama asla acaba içeri girebilir miyim korkusu olmadı ama bu korku Türkiye'de var maalesef. O dış kapıda duran güvenlik / host / hostes / garson / sekreter tayfasını aşamıyorsunuz bazen. Cebinizde paranız olsa, uygun giyindiğinizi düşünseniz, kibar konuşsanız dahi!!!
Ondan sonra da diyorlar ki neden gençler Amerika'dan geri dönmüyor? Çünkü yüzde yüz özgürler ve kim olurlarsa olsunlar kimliklerini doyasıya yaşayıp saygı görebiliyorlar.
Tabiki bir mekana pejmürde bir kıyafetle girilmez. Tabiki sosyal hayat adabına uygun ve etraftakileri rahatsız etmeyecek şekilde şık giyinmek lazım (spor bir kıyafet de olabilir bu) ama minimum düzeyde beklenti karşılanmışsa bunun daha ötesini sorgulamak niye? Kişi o mekana gelmeye cesaret ediyorsa cebinde parası var demektir ama Türkiye'de para da yetmiyor, kıyafet de yetmiyor. Cidden sizi o mekana yakıştırmaları lazım. O mekanın hedeflediği profile uymanız lazım. Alıştıkları bir müşteri profili var bazı mekanların, o aynı yüzleri veya onların misafirlerini görmek istiyorlar genelde.
Maddi durumu çok iyi olmayan bir insan bütün bir sene para biriktirip yaşgününü arkadaşları ile ultra lüks bir mekanda kutlamak isteyebilir. Ama öyle bir havaları var ki bu tür mekanların muhtemelen çekinecektir.
Bir de problemin damlı - damsız kısmı var.
Erkek erkeğe çıkılan geceler genelde yarıda kalmış bir eğlence, moral bozukluğu, zaman zaman da kavga gürültüyle biter. Sebebi, Türkiye’de birçok mekanın erkekleri içeriye “damsız” almaması. Bu durum, 2011 yılında akademisyenler Burak Cop ve arkadaşı Engin Ader’in de başına gelmiş. İki farklı mekanın kapısından döndürülen akademisyenler bunun anayasanın eşitlik ilkesine aykırı bir durum olduğunu düşünerek, ilerleyen günlerde “onur kırıcı ve cinsiyet ayrımı yapılan muameleyle karşılaştıkları” iddiasıyla mekanlara ikisi ayrı ayrı manevi tazminat davası açmışlar.
“Manevi tazminat almak için delil yetersiz bulundu”
Davalar 4 yıl sonra sonuçlanmış. Davaların sonucu o zamanlar CHP Bolu milletvekili adayı olan Burak Cop ve akademisyen Engin Ader’in lehine olmamış. Davacıların mekandan içeri alınmayışının sebebinin cinsiyet ayrımı olduğuna yönelik yeterli delil olmadığı söylenmiş. Mahkeme davalıların “Mekandaki, müşteri yoğunluğundan dolayı içeri alamadık” savunmasını dikkate alarak, Cop ve Ader’in manevi tazminat davalarını reddettmiş. Son olarak da Yargıtay bu kararları onamış. Peki biz inandık mı içerisinin yoğun olduğu için içeri alınmadıklarına? Tabiki inanmadık.
Cop ve Ader, “Yargıtay verdiği kararla, ‘damsız girilmez’ söylemini onamadı aslında. Bizim onur kırıcı muamele gördüğümüz iddiasıyla açtığımız manevi tazminat davası için yeterli delil bulunamadığına kanaat getirdi” dedi.
Milliyet’in konuyla ilgili haberini bu linkten okuyabilirsiniz.
Benzer bir başka olay da bir arkadaşımın başına lüks bir mağazada gelmiş. Arkadaşım Amerika'da yaşıyor, bir saatin fiyatını sormuş ve satıcı kız da (sanırım kılık kıyafetine bakarak) - Siz onu alamazsınız, çok pahalı demiş. Arkadaşım şaşmış kalmış, ne diyeceğini şaşırmış. Aslında çok güzel bir atasözümüz var değil mi? Parayla iman kimse belli değildir :) Yani bu satıcı kıza bu sözü hatırlatmak lazım. Sen nereden biliyorsun o saati alacak parasının olmadığını? Bırak da müşteri kendi karar versin alıp alamayacağına. Senin görevin her türlü yardımda bulunup satmaya çalışmak.
Ama böyle olaylar başka ülkelerde de oluyor. Dünyanın en zengin ve başarılı kadını Oprah Winfrey'in de başına geldi. 2005'te Hermes'in Paris butiğinden geri çevrildi. Kapanış saatinden 15 dakika sonra lüks mağazaya varan Winfrey'in girişi reddedildi. Daha sonra mağaza Oprah'dan özür dileyen bir açıklama yayınladı.
Daha eşitlikçi, daha özgür, insanları geçmişlerine, kıyafetlerine, görünüşlerine, cinsiyetlerine, cinsel tercihlerine, konuşmalarına, şivelerine, eğitimlerine, bağlı oldukları sosyal statüye vb hiçbirşeye dayanarak ayırımcılık yapılmadan değer verileceği günlere ulaşmamız ve bu şekilde daha mutlu bir dünya yaratabilmemiz dileğiyle.
YEME KÜRKÜM YEME!
(Milliyet, www.budamihukuk.wordpress.com, Sabah, ETS Tur, CNN)
İşte mekana alınmama konusunda basından aldığım bazı derlemeler:
Mekana Alınmadı - 1
Mekana Alınmadı - 2
Mekana Alınmadı - 3
Mekana Alınmadı - 4
Mekana Alınmadı - 5
Mekana Alınmadı - 6
Mekana Alınmadı - 7
Mekana Alınmadı - 8
Mekana Alınmadı - 9
Mekana Alınmadı - 10
Mekana Alınmadı - 11