Büro darmadağınıktı. Telefonlar çalmıyordu ama masaların üzeri karmakarışıktı. Her sabah gazete okuduğumuz, toplantı yaptığımız uzun masanın üzeri peynir, zeytin, ekmek, çay bardakları ile doluydu.
12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbenin, ilk gecesinde, Konur Sokak'taki Cumhuriyet Ankara Bürosu'na bıraktığı izler bunlardı. Henüz üç aylık genç bir gazeteci olarak büroya ancak öğleden sonra, sokağa çıkma yasağı gevşeyince gidebilmiştim.
Sokaklar sakindi ben geçerken. Olağanüstü günlerin alışılmış görüntüsü vardı her yanda. Fırındaki bir radyodan Harbiye Marşı yükseliyordu. Yaşlıca bir kadın, "Epeydir bunları dinlemiyorduk, dinlemek istiyordum" diyordu yüksek sesle.
Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Mustafa Ekmekçi ve Sedat Ergin sabaha kadar çalışmışlardı. Hepsi yorgun, yüzleri endişeliydi. Sonraki günlerin neler getireceğini kimse bilemiyor, gazetenin devam edip etmeyeceği bile kestirilemiyordu.
Akşam saatlerinde uzun masanın etrafında toplandık. Sözcükler, o sırada Cumhuriyet Ankara Temsilcisi olan Hasan Cemal'in dilinden her zamankinden daha yavaş döküldü, tane tane:
"Gazeteci tarihin tanığıdır. Ama şimdi özel günlerden geçiyoruz. Birçok şeyi yazamayacağız, o nedenle sizlere önerim hepinizin her şeyi not almanız. İlerde kitaplaştırırsınız."
Haklıydı, o günden itibaren ülke için olduğu kadar gazetecilik için de zor günler başlamıştı. Parlamento, siyasi partiler, dernekler, sendikalar, tüm sivil toplum örgütleri kapatılmış, binlerce insan hapse atılmış, koca ülke susmuştu.
Haber kaynaklarımız, çalışma alanlarımız daralmıştı. Siyaset yazmak zaten yasaktı. Üstelik her gün yeni yasak kararları ilan ediliyor, akşam üzerleri Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'ndan "… haberinin yayını yasaklanmıştır" telefonları geliyordu.
O yüzden Hasan Cemal, haber yapamadığımız bilgileri not haline getirmemizi istedi. Bu notları, teleksle İstanbul'a gönderiyordu. Bizim notlarımız, Yazı İşleri'nin günlük gelişmelerden bilgilenmesini sağlamakla kalmayacak, Hasan Cemal'in 1986'da yazacağı "Tank Sesiyle Uyanmak" kitabının temel malzemesini oluşturacaktı.
Uğur Mumcu-Mustafa Ekmekçi çekişmesi
İlk günden itibaren büroya kasvetli bir hava çökmüştü. Oysa o güne kadar şen şakrak bir büroyduk. Haftanın birkaç akşamı evlerde ya da dışarıda buluşan, ancak haber olunca gecesi gündüzü olmayan küçücük bir ekiptik; sık sık İlhan Selçuk'un "Biz bir aileyiz" sözlerini tekrarlardık. Öyleydik de…
Yılmaz Gümüşbaş, Yalçın Doğan, Füsun Özbilgen, Ahmet Tan büronun deneyimlileriydi; Sedat Ergin, Ufuk Güldemir, Saim Tokaçoğlu, Işık Kansu benden önce başlamışlardı ama hepimiz daha 20'li yaşların başlarındaydık. İyi anlaşıyorduk. Günün en keyifli anı, sabahları uzun masada az sayıdaki gazeteyi birbirimizden kaparak, Mustafa İspir'in getirdiği çaylar eşliğinde gazete okumaktı. Sabah toplantıları mutlaka yapılır, günün yol haritası çizilirdi. Füsun Özbilgen sabahları büroya uğrar, toplantıdan sonra Meclise geçerdi.
Yorumlar
Kalan Karakter: