Türkiye, BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyeliği oylamasını neden kaybetti? Radikal yazarı Murat Yetkin, bugünkü köşesinde bu sorunun yanıtını aradı.
“Türkiye maalesef kaybetti ve gayet anlaşılabilir şekilde hükümet de bu mağlubiyeti önemsiz gösterme gayretinde” diyen Yetkin’in yazısı şu şekilde;
Türkiye BM oylamasını neden kaybetti?
"Türkiye 2008'de kazandığı oylamayı bugün neden, hem de farklı kaybetti? Hem Avrupa'dan, hem Arap ülkelerinden, Müslüman dünyadan neden oy alamadı? Neden yalnızlaştı?
Türkiye maalesef kaybetti ve gayet anlaşılabilir şekilde hükümet de bu mağlubiyeti önemsiz gösterme gayretinde.
Oysa BM Güvenlik Konseyi’nde 2015-16 dönemi için geçerli sandalye kazanılabilmiş olsaydı değerlendirmeler de başka olabilirdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu bu galibiyetin Türk dış politikasının başarısının kanıtı olduğu, Birleşmiş Milletler’e dünyanın ezilen halkları adına getirdikleri eleştirinin yankı bulduğunu, destek bulduğunu söyleyebilirlerdi.
Erdoğan bu konuya çok önem veriyordu. Son birkaç yıldır BM Güvenlik Konseyi üyeliği için yalnızca Dışişleri Bakanlığı değil, devletin pek çok kurumu seferber edilmişti.
Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Çankaya’da ağırlamadığı Afrika ülkesi, okyanus ada devletçiklerinin reisi kalmadı. Türkiye İşbirliği Kalkınma Ajansı (TİKA) uzak Afrika ve Güney Doğu Asya ülkelerinde okullar inşa etti, su kuyuları açtı. Türk Hava Yolları (THY) bazı başkentlere karlılığı ilk sırada önemsemeden doğrudan uçuşlar başlattı. Başbakanlık örtülü ödeneğinden küçük devletlerin sorunlarını çözmek için ödenen paranın miktarını ise sadece Başbakanlar (önce Erdoğan, sonra Davutoğlu) biliyor. Ankara’nın tek beklentisi günü geldiğinde Türkiye için oy kullanmaları idi.
Bu iş 2006-2008 döneminde de üstlenilmiş, o sayede 2009-2010 döneminde BM Güvenlik Konseyinde bir sandalye kazanılabilmişti. (O dönem TİKA’nın başında olan bugünün MİT Müsteşarı Hakan Fidan önemli işler başarmıştı.) Türkiye o çalışmalar sonucu 150 kadar oy alarak seçilebilmişti. Ankara’daki beklenti, şimdi de 140 kadar oy alınabileceği yönündeydi.
Yarışma BM sisteminde “Batı Avrupa ve Diğerleri” kontenjanında yer alan iki sandalye için üç rakip arasında geçiyordu: İspanya, Yeni Zelanda ve Türkiye.
Dünyayla barışık Yeni Zelanda ilk turda zorlanmadan seçildi. Ne İspanya, ne Türkiye gerekli 129 oyu almıştı. Türkiye’nin oyu 109’da kalmıştı, ama bu da yetkililerin umudunu kırmamıştı.
Ne de olsa mesela İslam ülkeleri İspanya yerine Türkiye’ye oy verirlerdi. Pek öyle olmadı. İspanya ikinci turda da seçilemedi, ama Türkiye’nin oyu 73’e düşmüştü. Zaten o aşamada umutlar sönmüştü. Üçüncü turda İspanya koltuğu kaptı, Türkiye’nin desteği ise 60’a düştü.
Neden? Ne oldu da 2008’de BM koltuğunu kazanan Türkiye bu yıl kaybetti? Birkaç neden sayılabilir:
Müslüman ülke yönetimleri sanıldığı gibi Türkiye için değil, Türkiye’nin aleyhine çalıştığı bilgisi var. Erdoğan’ın sempatisini gizlemediği Müslüman Kardeşler örgütünü terörist ilan eden Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin oylamayı adeta intikam fırsatı olarak değerlendirdiği iddia ediliyor.
Erdoğan BM sisteminin işlevsizliğini vurgulamak için (ki bunda haksız sayılmaz) geliştirdiği “Dünya Beşten Büyüktür” kampanyası yürüttü. Bununla Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin) veto hakkına sahip olmasına karşı çıkıyor, küçük ülkelerin desteğini umuyordu. Ama bu da ters tepmiş, daimi üyelerin etkisi baskın gelmiş olabilir.
Türk hükümetinin, neticede komşusu Suriye yönetimin devrilmesi konusundaki ısrarı sadece Arap ülkeleri arasında değil, sadece Rusya, İran ve etkisindeki ülkeler arasında değil, güçlü komşusu bulunan güçsüz ülkeler arasında kötü örnek sayılarak tepkiye yol açmış olabilir.
Türkiye’nin son iki yıldır basın özgürlüğünden barışçıl gösteri hakkına, oradan yargı bağımsızlığına dek yaşadığı tartışmalar karşısında hükümetin tutumu, demokrasinin gelişimi açısından iyi bir örnek vermedi; bu Türkiye algısını özellikle de Batı dünyasında olumsuz etkiledi.
Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün yükselişi ile birlikte özellikle batıda Türkiye’nin, özellikle de Suriye’deki İslamcı örgütlere yardım ettiği iddiaları, kanıtlansın, kanıtlanmasın iz bıraktı.
Tabii bir de şu var: Türkiye 2007-2008 yıllarında dünyada ve bölgesinde yükselen değerdi. Türk diplomasisi son zamanlardaki zirvesine 2008’de ulaşmıştı. Ermenistan dâhil komşularıyla iyi ilişkiler kuruyor, o zamana dek muhatap saymadığı Irak Kürtleriyle resmi temas kuruyordu. İsrail’den İran’a bölgede konuşmadığı ülke, Hizbullah’tan Hamas’a konuşmadığı grup neredeyse yoktu.
Ama köprülerin altından maalesef çok sular aktı.
Dışişleri aynı Dışişleri, THY aynı THY, TİKA aynı TİKA; hatta bugün daha çok çalışıyorlar.
Ama izlenen siyaset nedeniyle bugün Türkiye’nin mesela bölgesindeki üç ülkede, Suriye, Mısır ve İsrail’de büyükelçisi kalmadı, onların da bizde yok. AK Parti’nin yakın zamana dek aradaki köprüleri yeniden kurmakla haklı olarak övündüğü Arap dünyasında bugün dostlarının sayısı az; Türkiye daha önce kıyısında dururken Orta Doğu’da daha fazla dosta sahipti. Türkiye BM’de hiç bu kadar yalnızlaşmamıştı.
Hani denir ya, “Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz” diye; netice ortada. Ankara’nın bu neticeden çıkaracağı dersler olmalı."
Yorumlar
Kalan Karakter: