Doktorlar “mitomani” diyor. Halk arasında ise “yalan söyleme hastalığı” olarak biliniyor.
Siyasette ise bu durum daha başka bir isimle anılıyor: “rutin konuşma pratiği.”
Peki bu hastalığın en çok görüldüğü meslek grubu nedir diye sorsam?
Şüphesiz birçoğunuz “siyasetçi” diyeceksiniz.
Siyasetçi dediğin; halkın oyuyla seçilen ama bazen halkı unutan, seçimden önce kapı kapı gezen ama seçildikten sonra makam kapısını kilitleyendir.
Yani mitomani, bu meslek grubunda neredeyse mesleki deformasyon seviyesinde yaygın.
Bu öyle bir hastalık ki, kişi yalan söylerken ne heyecanlanır ne yüzü kızarır. Aksine, kendini alkışlanan bir tiyatro sahnesinde hisseder. Hatta bazen öyle ikna edici olurlar ki, söylediklerine önce kendileri inanır, sonra danışmanları, en son da seçmenleri…
İşin kötüsü, bu mitomani yalnız yukarıda değil; aşağıda da yaygındır. Parti teşkilatından mahalle temsilcisine kadar herkes “liderimiz ne derse odur” diyerek, gerçeği eğip bükmeyi adeta görev bilir.
Bazı yerel siyasetçilerde bu hastalık öyle ilerlemiş ki, “Sadece gerçeği söyle” deseniz, dilleri tutulur, ağızları kurur, kamera karşısında titremeye başlarlar.
Çare olarak hemen bir basın açıklaması yaparlar:
“Sözlerim çarpıtıldı!”
Eh, o da mitomaninin bir alt türüdür: “Çarpıtma refleksi sendromu.”
Doktorlar bu duruma “tedavisi zor” diyor.
Biz halk olarak “tedavisi imkânsız” diyoruz.
Çünkü bu hastalığı taşıyanların çoğu, kürsüden inmek yerine kürsüye yapışmayı tercih ediyorlar.
Yüzler değişse de yalanın tonu değişmiyor.
Biri gidiyor, yenisi geliyor ama yalanlar aynı kalıyor.
Ama suç sadece siyasetçide mi? Elbette hayır.
Siyaset ve partizanlık bu hastalığı besliyor.
Çünkü sistem, yalan söyleyeni değil; güzel söyleyeni ödüllendiriyor.
Sonuç olarak şunu unutmamak gerekir:
Siyasetçilerin vaadlerine değil, icraatlarına ve geçmişte ne söylediklerine dikkat etmek gerekir.
Söz uçar, icraat kalır.
Yorumlar
Kalan Karakter: