İnsan hakları, her bireyin doğuştan eşit ve özgür olduğuna inanan bir değerler sistemidir. Ancak tarih boyunca bu haklar, kadınlar söz konusu olduğunda sıklıkla ihmal edilmiş, görmezden gelinmiş ya da açıkça ihlal edilmiştir. Bu durum, 20. yüzyılda kadın hakları hareketlerinin ortaya çıkmasına ve insan hakları kavramının içine yeni bir farkındalık katılmasına neden oldu.
Ancak günümüzde sıkça sorulan bir soru var: Toplumsal cinsiyet eşitliği hedefleniyorsa, neden hâlâ kadın hakları gibi ayrı bir başlık altında konuşuyoruz? İnsan hakları, kadınları da kapsamıyor mu? Yoksa kadın hakları söylemi, toplumsal cinsiyet eşitliği idealiyle çelişiyor mu?
Bu sorular, kadın hakları ve insan hakları arasındaki ilişkinin daha derinlemesine anlaşılmasını gerektiriyor. Özellikle 5 Aralık Kadın Hakları Günü gibi özel günlerde, bu kavramların nereden geldiğini, neden var olduklarını ve toplumsal eşitlik hedefindeki rollerini ele almak önem taşıyor.
Bu yazıda, kadın haklarının insan haklarının bir uzantısı mı yoksa ondan bağımsız bir mücadele alanı mı olduğu sorusuna odaklanacağız. Ayrıca bu iki kavramın toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifindeki yerini ele alarak psikolojik, sosyal ve hukuki boyutlarına ışık tutacağız.
Çünkü bu tartışma, yalnızca kadınlar için değil, insanlık ailesinin tüm bireyleri için hayati öneme sahiptir.
Kadın Hakları Neden Ayrı Bir Başlık?
Kadın haklarının ayrı bir başlık altında ele alınması, tarihsel ve toplumsal bağlamda kadınların haklarından mahrum bırakılmaları ve bu hakların telafi edilmesi gerekliliğinden doğmuştur. Ancak bu durum, günümüzde bazı eleştirel soruları da beraberinde getiriyor: Kadın hakları, insan haklarından ayrı bir mücadele alanı olarak varlığını sürdürmeli mi? Erkekler, tarih boyunca toplumsal ayrıcalıklara sahip görülse de, günümüzde bazı haklarının göz ardı edildiği bir noktada mı?
Bu sorular, toplumsal cinsiyet rollerinin ve mevcut algıların daha geniş bir bağlamda yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor. Kadın hakları, çocuk hakları ve hayvan hakları gibi başlıklar altında ayrıntılı mücadele alanları yaratılmışken, neden erkeklerin sorunları ya da hakları özel bir başlık altında ele alınmıyor? Özellikle küresel verilere bakıldığında, erkeklerin toplumdaki bazı yükleri ve karşılaştıkları sorunlar göz ardı ediliyor gibi görünüyor.
Küresel Perspektifte Erkeklerin Karşılaştığı Sorunlar
1. İntihar Oranları
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, erkekler kadınlara kıyasla daha yüksek intihar oranlarına sahip. Bunun temel nedenleri arasında, toplumsal cinsiyet rolleriyle ilişkilendirilen "güçlü görünme" beklentisi, duygusal yüklerini paylaşamamaları ve ruh sağlığı desteklerine daha az erişim sağlamaları yer alıyor.
2. Tehlikeli İşlerde Çalışma
Madencilik, inşaat, tarım ve ağır sanayi gibi fiziksel riski yüksek işlerde çalışanların çoğunluğunu erkekler oluşturuyor. Bu sektörlerdeki iş kazaları ve meslek hastalıkları da ağırlıklı olarak erkekleri etkiliyor. Bu durum, erkeklerin ekonomik hayatta daha çok fiziksel güç gerektiren alanlara yönlendirildiğini ve bu alanlarda sosyal korumanın yetersiz kaldığını ortaya koyuyor.
3. Şiddet ve Cinayet
Küresel suç istatistiklerine göre, cinayete kurban gidenlerin büyük çoğunluğu erkeklerden oluşuyor. Ancak bu durum, medyada ve toplumsal tartışmalarda çoğu zaman yeterince yer bulmuyor. Erkeklerin şiddet mağduru olduklarında, bunun "erkeklik" algısıyla bastırıldığı ve görmezden gelindiği bir toplumsal norm var.
Medyanın Rolü: Algılar ve Gerçekler
Film ve dizilerde sıkça işlenen "ezilen kadın, zalim erkek" teması, kadın hakları mücadelesini desteklemek adına kullanılabilirken, aynı zamanda bilinçaltımıza bazı basmakalıp mesajlar da yerleştiriyor. Sürekli "zalim erkek, mağdur kadın" çerçevesinde kurgulanan hikayeler, toplumsal gerçeklikten koparak, erkeklerin de zorluk yaşadığı alanları görmezden geliyor.
Gündüz kuşağı programları, kadına yönelik şiddeti ön plana çıkarırken, erkeklerin maruz kaldığı şiddet ve zorlukları nadiren gündeme getiriyor. Bu durum, toplumsal cinsiyet eşitliği adına eksik bir tablo yaratıyor. Aynı zamanda, feminist söylemler genellikle kadınların "yüksek" olduğu bir dünya tahayyülü çizerek erkekleri "daha az değerli" olarak konumlandırma tuzağına düşebiliyor. Oysa gerçek eşitlik, her iki cinsiyetin de haklarının korunması ve geliştirilmesiyle mümkündür.
Erkeklerin Toplumsal Yükü
Türkiye özelinde, erkekler toplumun "ailenin direği" ve "evin reisi" olarak görülmesi nedeniyle ağır bir yük altında yaşıyor. Bu roller, ekonomik kriz dönemlerinde daha da belirginleşiyor ve erkeklerin ruh sağlığını olumsuz etkiliyor. Ayrıca, erkeklerin duygularını ifade etmesinin "zayıflık" olarak algılanması, onların psikolojik destek alma ihtiyacını bastırmalarına neden oluyor.
Aynı şekilde, erkekler çoğunlukla fiziksel dayanıklılık gerektiren işlerde çalışıyor ve bu durum hem bedensel hem de zihinsel yorgunluğa yol açıyor. Öte yandan, cinayet ve şiddet oranlarında mağdur olan erkeklerin sesi, kadın mağdurlar kadar duyulmuyor. Bu durum, erkek hakları konusundaki farkındalığın düşük olduğunu gösteriyor.
Günümüz sosyal medyası, toplumsal algıları şekillendiren güçlü bir araç haline gelmiştir. Ancak bu platformlarda sıkça karşılaşılan çifte standartlar, toplumsal cinsiyet eşitliği idealinden sapmamıza neden oluyor. Örneğin, bir kadın sokakta gece ya da gündüz şarkı söyleyip videosunu paylaştığında, bu "cesur" veya "güçlü kadın" olarak yorumlanırken, aynı davranışı bir erkek sergilediğinde "rahatsız edici" ya da "uygunsuz" olarak nitelendiriliyor. Bu tür tutarsız tepkiler, toplumsal cinsiyet eşitliğine zarar veren bilinçaltı yargıların bir yansımasıdır.
Benzer şekilde, kadınların küçük erkek çocuklarıyla çektikleri bazı videoların, çocuk istismarına açık kapı bırakabilecek nitelikte olmasına rağmen "sevimli" veya "tatlı" olarak gösterilmesi, ciddi bir çelişkidir. Tersine, bir erkek çocuğuyla benzer bir video çektiğinde, toplumun ve medyanın tepkisi büyük olur; hatta bu durum kınama ve yasal süreçlere kadar varabilir. Bu, toplumun kadın ve erkek davranışlarını değerlendirme biçimindeki dengesizliğin bir örneğidir. Doğru olan, elbette hiçbir durumda çocukların istismara maruz kalmamasıdır, ancak bu tür videoların kadınlar için normalleştirilmesi büyük bir yanlışlıktır.
Aynı şekilde, sosyal medyada erkeklere karşı şiddetin alaycı bir üslupla "komik" olarak gösterilmesi de ciddi bir sorundur. Bir kadının bir erkeğe tokat attığı videolar, şiddetin normalize edildiği ve eğlence malzemesi haline getirildiği içerikler arasında yer alırken, bunun tam tersi bir durumda dünya ayağa kalkar. Şiddetin her türlüsüne karşı durulması gerekirken, bu tür içeriklerin kadınlardan gelen şiddeti romantize etmesi veya küçümsemesi toplumsal eşitlik anlayışını baltalamaktadır.
Hukuki Uygulamalarda Çelişkiler: Kadının Beyanı Esastır ve Süresiz Nafaka
Türkiye'de "kadının beyanı esastır" ilkesi, kadınların korunması adına önemli bir hukuki düzenleme olsa da, bu ilkenin kötüye kullanılma ihtimali toplumsal bir tartışma konusudur. Kadın haklarını korumayı amaçlayan bu düzenleme, yanlış beyanda bulunulduğu durumlarda erkekler için ciddi mağduriyetlere yol açabilir. Doğru bir uygulama, her iki tarafın da adaletli bir şekilde dinlenmesini ve delillere dayanarak karar verilmesini sağlamalıdır. Aksi halde, kadın haklarını korumak adına getirilen bu tür düzenlemeler, erkeklerin haklarının ihlal edilmesine neden olabilir.
Benzer şekilde, süresiz nafaka uygulaması, toplumun farklı kesimlerinde büyük bir eleştiri konusudur. Elbette, boşanma sonrası kadınların ekonomik olarak korunması gerektiği durumlar vardır. Ancak bu sistemin kötü niyetli bir şekilde kullanılması, boşanmayı bir geçim kaynağına dönüştüren bireylerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çalışabilecek durumda olan bireylerin yıllarca nafaka alması, toplumda adalet algısını zedelemektedir. Bu konuda adil bir düzenleme, hem gerçekten ihtiyaç sahibi olan kadınları korumalı hem de haksızlığa uğrayan erkeklerin mağduriyetini önlemelidir.
Sosyal Medyanın Yansıttığı Rol Modeller: Çalışmayan Ev Kadınları ve Erkek Algısı
Sosyal medyada, ev kadını olarak hayatını sürdüren kadınlar, sık sık kendilerini "hizmetçi" gibi hissettiklerinden şikayet ederken, erkekleri sorumluluklarını yerine getirmeyen bireyler olarak etiketleyen paylaşımlar artıyor. Bu tür içerikler, hem kadınların ev içindeki emeğini değersizleştiriyor hem de erkekleri yalnızca ekonomik katkı sağlayan varlıklar gibi gösteriyor. Oysa ev içi emeğin karşılıklı bir iş birliği gerektirdiği ve her iki tarafın da emeklerinin eşit derecede önemli olduğu unutulmamalıdır.
Öte yandan, sosyal medyada erkeklerin tek boyutlu, duygusuz ve sadece fiziksel güce dayalı bir kimlikle yansıtılması, toplumsal algılar üzerinde derin bir etki yaratmaktadır. Erkekler de duygusal destek, anlayış ve değer görme ihtiyacı duyan bireylerdir. Ancak bu yönlerin göz ardı edilmesi, toplumsal ilişkilerde daha büyük uçurumlar yaratabilir.
Adalet ve Eşitlik: Çifte Standartların Ötesine Geçmek
Gerek sosyal medya gerekse hukuki uygulamalardaki bu çelişkiler, toplumsal cinsiyet eşitliği idealine ulaşmanın önünde büyük engeller oluşturuyor. Kadın hakları mücadelesi elbette devam etmeli, ancak bu süreçte erkeklerin sorunları da görmezden gelinmemelidir. Gerçek eşitlik, yalnızca bir tarafın haklarını güçlendirmek değil, her iki cinsiyetin de haklarını korumak ve adil bir şekilde geliştirmekle sağlanabilir.
Bu noktada, toplumsal bilincin artırılması, hukuki düzenlemelerin adaletli bir zeminde yeniden ele alınması ve medyanın bu konuda sorumlu davranması büyük önem taşımaktadır. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın ve erkek arasındaki bir rekabet değil, her iki tarafın da insan haklarına eşit derecede erişebildiği bir ortaklıktır.
Sevgi, Anlayış ve İnsanlık Zemininde Yeniden İnşa
Kadın ve erkek olarak ayrışmadan önce hepimiz insanız. Toplum olarak ihtiyacımız olan şey, cinsiyetler üzerinden bir rekabet ya da üstünlük mücadelesi değil, karşılıklı sevgi, anlayış ve merhametle insan olmanın ortak değerlerinde buluşmaktır. Aile, bir toplumun temel taşıdır ve bu yapı ne kadar güçlü olursa, bireylerin ruh sağlığı ve toplumsal düzen de o kadar sağlam olur.
Boşanmaların artışı, süresiz nafaka gibi hukuki sorunlar ve kadının ya da erkeğin birbirini anlamaktan uzak olduğu ilişkiler, sadece bireyleri değil, toplumun geneline yayılan derin yaralar açmaktadır. Oysa aile, sevgi, anlayış ve saygı üzerine kurulu bir bağdır ve bu bağ, her iki tarafın da duygusal ihtiyaçlarını gözettiğinde güçlenir. Ne kadın kendini bir "hizmetçi" gibi görmelidir, ne de erkek sadece bir "ekonomik destek" olarak algılanmalıdır. Emeğin, sevginin ve anlayışın paylaşılması, her iki tarafın da ruh sağlığını koruyarak mutlu bir yaşam sürmesine katkı sağlar.
Gündüz kuşağı programlarının, sosyal medyanın, dizilerin ve filmlerin dayattığı çarpık algılar, bizi gerçeklerden uzaklaştırarak daha fazla kutuplaşmaya neden olmaktadır. Erkeklerin güçlü, duygusuz ve her şeyi kaldırabilir olarak gösterilmesi; kadınların ise mağdur ve savunmasız bir kalıba sıkıştırılması, toplumsal eşitlik algısını ciddi şekilde zedelemektedir. Şiddet, duygusal manipülasyon ve istismarın her türlüsüne karşı ortak bir bilinç geliştirmek, yalnızca kadınlar için değil, erkekler için de önemlidir.
Kadın ve erkek birbirini anladığında, dinlediğinde ve birlikte çözüm üretmeye çalıştığında, toplumsal yapılar da güçlenir. Birbirimizin sorunlarını anlamaya çalışarak, empati kurarak ve insan olduğumuzu hatırlayarak bir toplum olarak daha sağlıklı bir geleceğe adım atabiliriz.
Son olarak, bu yazı ile düşüncelerinize bir katkı sağladıysak, daha fazla bilgi ve farkındalık için sizlerle sosyal medyada da buluşabiliriz. Beni Instagram: @psyavuz hesabından takip ederek psikolojiye dair içeriklerimi görebilir ve bana ulaşabilirsiniz.
Birbirimize sevgi, anlayış ve merhametle yaklaşacağımız bir dünya dileğiyle…