Gün genelde benim için sabah beş gibi başlar, köşe yazımı yazdıktan sonra, sosyal medyada paylaşılacak görsel postları hazırlarım. Bu saatler benim için, kendimle baş başa kaldığım, kendime en çok vakit ayırdığım çok değerli zaman dilimidir. Çünkü sadece kendim ve düşüncelerim vardır.
Uykuyla uyanıklık arasındaki o belirsiz saatlerde, henüz çoğu kişi uyanmamıştır. Sokaklar sessiz, telefonlar suskun, dünya telaşsızdır. Ne gürültü vardır, ne de acele. Günün koşuşturması henüz başlamamıştır.
Bu saatte bir şeyler başlar, ama çoğu kişi farkında bile değildir. Çünkü sabahın beşi, sessizliğin ve doğan ışığın buluştuğu kıymetli bir zaman dilimidir. Zira o saat ne geceye aittir, ne de gündüze aittir.
İkisi arasında, kimsenin pek uğramadığı bir eşiğe benzer. Sessizdir, temizdir ve umutlarla doludur. Henüz ortalık aydınlanmamıştır ama karanlık da hükmünü yitirmiştir.
Gökyüzü griyle mavi arasında bir yerlerde durur. Ufukta beliren o ilk ışık, sadece gökyüzünü değil, insanın da içini aydınlatır. Belki de o yüzden bu saatler, yeniden bir şeylere başlamanın zamanıdır.
Her karanlık kendi zıddını içinde taşır; her insan bir gün o ışığa yürümek zorunda kalır. Karanlıkla baş etmek, onu inkâr etmekle değil, onun içindeki sabrı, direnci ve umudu keşfetmekle mümkündür.
Unutmayalım: Gece ne kadar uzun sürerse sürsün, her gecenin ve karanlığın mutlaka aydınlığı vardır. Yeter ki o ışığı bekleyecek sabrımız, yürüyüşe çıkacak cesaretimiz ve umudumuz olsun.
Gününüz aydın, umutlarınız bol olsun.
Selam ve saygılarımla.
Yorumlar
Kalan Karakter: