Eleştiri bir hakikat arayışıdır.
Eleştiri hakaret,küfür,iftira atmak değildir.
Öz eleştiri ise kişinin hatalarını kabullenmesi, bu hatalarını yüksek sesle duymaktan rahatsızlık duymaması, eleştirilere açık olmasıdır.
İnsan yaptığı hatalarını kimi zaman göremeyebilir ya da yoğun tempolu bir iş hayatında bu duruma dikkat etmeyebilir.
Kişinin çevresinde yer alan iş arkadaşları, ailesi, yakın arkadaşları rahatsız oldukları konuları ya da durumları kendisine anlatabiliyorlar ve bunun karşısında sorun yaşamıyorlarsa bu kişi eleştiriye açık bir insandır diyebiliriz.
Hiçbir insan kusursuz değildir, dolayısı ile mükemmel bir insanda yoktur.
Kusurlar ve hatalar insanlar için vardır ve her zaman olacaktır.
En başta bunu kabullenerek yola koyulmak gerekir.
Eleştiri yapıcı ve iyi niyetli bile olsa bazı kişiler bu eleştirilerde kendini aşağılanmış hissederler ve öfke duyguları ile tepki verirler.
Eleştiriye tahammülsüzlük, bir psikolojik hastalık ve kişilik bozukluğudur.
Yapılan eleştirilere bazen muhataplarımızı suçlayıcı tepkiler de verebiliyoruz. Eleştiriyi yapanla aramıza ister istemez bir sınır koyuyor, alınıp kırılıyor ve küsüyoruz.
Bütün bunların sebebi de eleştiriyi daha çok kişisel olarak algılamaktan kaynaklanıyor. Bu nedenlede eleştiriyi doğrudan kişiliğimize yönelik bir tehdit olarak algılıyoruz.
Halbuki çağdaş toplumlarda dozajında yapılan eleştiri ve muhalefet bir demokrasi kültürüdür.
Özellikle bazı seçilmişler ve atanmışlar ile kamuoyuna mal olmuş kişiler eleştirilere açık olmak durumundadırlar.
Ülkemizde bazı seçilmiş ve atanmışlarda bencillik ve egoistlik,kibir ve enaniyet had safhadadır.
Bu kişilikler sürekli makam mevki hırsı ile bulunduğu makamı kaybetme korkusu ile yaşarlar.
İstiyorlarki hep şakşakçılık yapalım,hep sensin,sen olmassan bu işler yürümez diyip gönüllerini hoş edelim.
Özellikle kamu kurumlarında bazı yöneticiler astını kendi yerine layık görmez,üstlerinide bulunduğu yere yakıştırmaz.
Kendisinin o yere daha layık olduklarını düşünürler.
Çünkü kendisinin daha iyi ve kabiliyetli olduğunu düşünürler.
Siyasette de durum hemen hemen aynı gibidir.
Bazı Siyasetçiler ben neymişim, ben olmasam,bu parti ayakta kalmaz algısı eklenince bazı müstesna kişilikler kendilerini kaf dağında görmeye başlarlar.
Seçilmiş ve atanmışlar şunu akıllarından hiç çıkarmasınlar, hiçbir makam ve mevki babalarının malı değildir.
Yok öyle yağma Hasanın böreği..
Bu dünyadan kimler geldi,kimler geçti.
Bu dünya kimseye kalmadı,Sultan Süleyman'a kalmadığı gibi...
Ülkemizin ve yaşadığımız şehrin geleceğine katkı sunmak isteyenlerin ayrıca kamuoyuna mal olmuş kişiliklerin dozajında yapılan eleştirilere hoşgörü ile bakmaları,tahammül göstermeleri vede zaman zaman başlarını iki ellerinin arasına koyup acaba eleştirilerde haklılık payı varmıdır, ben nerde hata yapıyorum diye düşünmelerinde fayda vardır.
Selam ve Dua ile...
Yorumlar
Kalan Karakter: