Siyasetin doğasında iddia vardır; hedef koymak, toplumu etkilemek, değişim vaat etmek bu işin bir parçasıdır. Siyaset, uzunca bir yolculuk olup, bu yolda yürüyenler bazen kazanır, bazen kaybeder, bazen alkışlanır, bazen de yuhalanırlar.
Atalarımız boşuna dememiş: “Büyük lokma ye, büyük konuşma" diye. Ama bizdeki siyasetçiler hem büyük lokmayı yiyorlar, hem de ağız dolusu konuşuyorlar. Buda yetmiyormuş gibi birde üzerine tatlı söylüyorlar.
Bugün siyasetin dilinde alçakgönüllülük yerine kibir, öngörü yerine mutlak iddialar hâkim. “Asla olmaz” dediğimiz şeyler ne yazıkki olabiliyor.
Geçmişte “asla ittifak yapmam” diyenlerin bugün aynı masada oturuyor olmaları, aynı karede poz vermeleri, ya da “bizim çizgimiz nettir” diyerek yola çıkanların kısa bir sürede zikzaklar çizmesi bunun en somut örnekleridir.
Siyasetçinin ülkenin değişen şartlarına göre kendi pozisyonunu yeniden gözden geçirmesi doğal karşılanabilir.
Ancak asıl sorun, bu değişikliklerin zamanında büyük laflarla süslenmiş olmasıdır. Toplumun güvenini sarsan da zaten budur. Keza bu durum sadece siyasetçilere zarar vermiyor, toplumun siyasete ve siyasetçiye duyduğu güveninde sarsılmasına neden oluyor.
Bugün Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şey, siyasi ahlaktır. Sözünün arkasında dimdik duran, dün ne dediyse bugün tekrarlayabilen "dün dündür, bu gün bu gündür" demeyecek siyasetçilere ihtiyaç vardır.
Siyasetçilerin unutmaması gereken önemli bir ilke vardır. Büyük lokmalar boğazdan geçebilir ama büyük laflar, siyasetçinin önüne her daim çıkabilir.
O yüzden, siyasette büyük lokma yiyip, büyük konuşmamak, omurgalı olmak, diğer bir ifadeyle söylem ve eylem tutarlığının olması bir gerekliliktir.
Neticeyi velhasıl; "Ya bir yüze tükürmeyeceksin, Ya da tükürdüğün yüze bir daha dönüp asla bakmayacaksın." vesselam.
Selam ve saygılarımla.
Yorumlar
Kalan Karakter: